Sayfalar

31 Aralık 2014 Çarşamba

görülmedi 8

sokaklarda delice bir kutlama var mı yok mu bilmiyorum. şimdi şu saatte şehrin burasında olmanın şehrin orasında olmayla bir farkı var mı bilmiyorum. su kış günü şu saatte sokakta kalan çocuğun acısını,  derdini, hayali (var mıdır acaba) öfkesini bilmiyorum. eve işsiz dönmek zorunda kalan adamın cebinde kalan umudu bilmiyorum.

yaşamak alışmaktır demişti bir şair biliyorum. birde her geçen gün körelen vicdanımı biliyorum. her gün görüyoruz o insanları şehrin sokaklarında, meydanlarda, banklarda, parklarda, atmlerde (ne ayıp değil mi) ve gözgöze gelmemeye çalışıyoruz genelde, adımlarımız hızlanıyor hatta bazen yarım ağız bir dua yada 1lira belki dertleniyoruz biraz sonra 'ben ne yapabilirim ki' diye bir yalan uyduruyoruz vicdanımıza arkamıza bakmamak için ve bu döngüyü o kadar sık tekrarlıyoruz ki körele körele ne vicdan kalıyor ne.....

sonra oturup bir şeyler yazıyoruz bunun üstüne tüm yavsaklığımızla vicdanımızı (ki eğer hala kaldıysa) rahatlatmak için  (ki böyle birşey mümkünse

Kamuran'ın Ablası

Kamuran'ın ablası sağırdı,biz çocukken de sağırdı şimdide sağır.Aslında duymak istemiyor bizi,görüyor ama bakmıyor.Yaz tatillerinde bizim bakkalda çalışırdım ben,gelip giderdi bizim dükkana eline tutuşturulmuş kağıdı verirdi,babam siparişleri hazırlar bende para üstünü verirdim.Bir keresinde Fehmi amcaya bira almaya geldi,babam dolaptan biraları alırken'orospu çocuğuna bak kızını yolluyor bira aldırmaya'dedi.Kamuran'ın ablası duymadı bunu tabii,o gidince niye öyle dedin baba dedim.Boşver sen işine bak dedi.Sonraları öğrendim ki,döve döve sağır etmişti kızını,suratında inleyen tokat sesleriyle sağır etmişti,ettiği küfürlerle sağır etmişti,ilk tokadını daha anne karnında yediğinden sağır etmişti,ve ben çocuk değildim artık ama Fehmi amaca hala orospu çocuğuydu,O gece Kamuran'ı da dövmüştü.Sırf eve biraz geç gitti diye hem de.Diğer gün gittim bekledim kapılarının önünde.O an Kamuran'ı da nasıl dövdüğü/dövmüş olabileceği geldi aklıma.Karışma oğlum siktir et,hem sanane lan babası dedim kendi kendime ama bekledim o gece eve gelmedi Fehmi.Sabah dükkanı açarken Kamuran'la annesini gördüm,seslendim duymadılar yoksa onlarda mı sağır olmuştu.?

Bir saat sonra Fehmi geldi,dükkkanı öylece bırakıp binaya girene kadar peşinden gittim.Tam anahtarı kapıya takıp eve girdiğinde beline bir tekme vurup hole yığdım öküz gibi bedenini,bağırdı ama kimse duymadı evde olan tek kişi Kamuran'ın ablasıydı! Sus lan orospu çocuğu deyip.Salona kadar boynunda tutup sükledim,düşmenin etkisiyle kollarını kırılmıştı avaz avaz bağırıyordu ama Kamuran'ın ablası duymuyordu.Tek bacağının üzerine basıp,kulağına doğru eğildim bir daha kızlarına ve karına el kaldırma,kaldırma ki sen burda eşek gibi inlerken o arka odada hiç bir şey olmamış gibi kitap okumasın,kaldırma ki iki kolun kırıldı diye sevinmesin,sen yokken değil sen varken rahat etsin,baba denildiğinde iç çekmesin.Fehmi gözlerini dikmiş bana bakıyordu,salonun kapısını kapatıp çıktım konuşurken o sinirle ayağınıda kırmıştın itin,o sırada Kamuran'ın ablası mutfakta yemek yiyordu içerde babasının ne halde olduğundan habersiz,önündeki yemeğe bakıyordu,hem nasıl haberi olabilirdiki Kamuran'ın ablası sağırdı!

30 Aralık 2014 Salı

eşik

gidiyorum eşiği.

            parmak hesabı 25 yeni deniz ekledim haritama
kayığından bıçaklar fırlatan soyunmaktaki kadın,
artık suya girebilir.
suç tarihinde yerini alacak elbette
bir cinayet aleti olarak saçların.
bu kadar şeyden sonra ikiyi geçse geçse
yirmi geçebilir.

                                                                                                                                                                        yürüme mesafesinde 25 yeni deniz ekledim haritama
en mavisinin adı kırmızı.
kullandığım bütün ilaçlar
evimde parmak izi bırakmamak için kış inmeden
taktığın eldivenlere cevaptı.

                                                                                                                                                                         kafası hariç 25 yeni deniz ekledim haritama
en güzel yüzölçümü bile seninkiyle yarışamaz.
fantastik hayallerime seni katamam,
süpermarkette karşılaşmak hariç.
orada kalacağına uyuya kal
ben seni izlerim, problem olmaz.

                                                                                                                                                                               allah kabul etsin 25 yeni deniz ekledim haritama
birinin bile sana kıyısı yok.
sevgilim, ben mutsuzken hep metrobüse binerim.
sen, şarj aletin yanındaysa bana biraz medeniyet al
ama ben, bazı şeyleri hiç konuşmamayı yeğlerim

27 Aralık 2014 Cumartesi

görülmedi 7

öncelikle harika bir yıl değildi (facebook yalan söylüyor)  ama illa teşekkür etmem gerekirse beni aranızdan süzülürken bu sene de fazla görmediğiniz için size teşekkür ederim. yalan değil ben bir geçiş olarak algılıyorum hayatı (yani sevgili okur hepimiz öleceğiz) bunu bilmek kötü mü iyi mi hala karar veremedim (ama bana biraz iyi gibi geliyor) yani sonuçta hepinizin bildiği gibi insan dediğin yavşak bir şey biraz huop dur bakalım denmeye törpülenmeye ihtiyacı var. dediğim gibi bu sene de beni görmeyen herkesi tek tek tespit ettim takriben 5.963.367 kişilik bu insan topluluğuna teşekkür ederim memnuniyetsiz hayatlarınıza beni davet etmediğiniz için (bazılarınız memnun olabilir ama ben o azınlıkları her zaman ki gibi yok sayıyorum) hatırlayanınız varsa eskiden at arabasıyla kavun karpuz satan bir adam vardı onu tanıyan gören varsa selam söylesin. ben on yıldır görmüyorum ne acaip değil mi on yıldır görmek istediğiniz birini goremiyorsunuz ki bunun süpermarketlerle bir ilgisi var. he birde sokaklarda muhallebi satan amcalar varsa hala bana onlardan bir muhallebi getirecek insan evladına teşekkür ederim. son olarak yeni yıla girmeden önce şöyle kuvvetlice bir siktir çekmek istiyorum. (yavşakşın zuckerberg)

26 Aralık 2014 Cuma

kayboluşu kabul etmek #1

çift kaşarlı tost ve sessizlik
başarılı olduğum konulardan sadece ikisi
hatta belki sadece ikisi
bunlara rağmen neyi değiştirdi ki
kalbimin üzerinden sucuk zarı gibi soyduğun
önemsiz, yarı saydam derisi
kurutulup saklansın, saygı görsün ve unutulmasın istedim,
unutulmasın.
unutulmasın diyorum çünkü tüm bu halko-tobüslerini insanlarla doldurup
ayaklarına kokular süren bizim medeniyet var ya, beni unutacak o
ben de unuttum, onu çoktan unuttum, o da beni unutacak.
ve hoşlanacak bu yaptığından, dondurma yiyecek beni unuturken.
o beni unuturken ben sessizliğimi öveceğim tv programlarında
bu yüzden istiyorum ki unutulmasın sessizliğim
seni ve sarı kol tüylerini bana getiren
tek huyum, tek övündüğüm huyum
en büyük silahım, benim güzel sessizliğim.
ama bilmiyorsun, onlar da bilmeyecekler ki sessizliğim
olgunluğumun değil, cahilliğimin gönderdiği beleş bir pastır
tek yapmam gereken düzgün kontrol edip, nişan alıp topa vurmaktır
-kalecinin üstüne değil allahın salağı- köşeye vurmaktır.
ama ben zorunda mıyım
ben bu golü atmak için eğitilmedim
geliştirmeye çalıştığım ataklar da zaten pek sikinde değildi taraftarımın
kendimi övdüm, takside övdüm, gemide övdüm, radyoda övdüm
ama yatakta hiç yapmadım
sanırım beni olduğum gibi kabul edip
yanlışlarımla sevebilecek tek insanevladı
kurban olduğum cumhurbaşkanım.

23 Aralık 2014 Salı

En ölümcül mevsim sonbahardı

Halbuki umutlar vardı
daha da yaşanılası güzel bir an
ince belinden sana doğru süzülen göz yaşları
en olmadık vakitlerin suskunluğu vardı
geceyi getiren kara haberlerin,koyu saçların..
birlikte olmanın en uzun zamansızlığı vardı

Bir dile asılı kalmış umutlarınla beraber
senden geriye kalan bir biz vardı
şu an masada seni bekleyen
sigrayla küllük arasında duran yokluğun vardı
renk değiştirmiş bir ismin
bahar renginde gözlerin vardı...

Çok uzakmışcasına hiç bahsedilmeyen bir ölümün
meydanlarda kol gezdiği
ateşten dillenlerin suskunluğu vardı
kimse bilmez ama bizim burda en ölümcül mevsim sonbahardı.

Mahalle tozunu bize yutturan
gök mavi çocuklar vardı
neredeler mi şimdi
Vurdular hepsini
vurdular...
vurdular en güzel yerlerinden
umutlarından,hayallerinden,ekmeklerinden
vurdular...

22 Aralık 2014 Pazartesi

gorulmedi 6

Hayat dediğimiz verdiğimiz/vermek zorunda kaldığımız kararların sonuçlarını yaşarken vermediğimiz kararları verseydik neler olabilecegini ve buna bagli varyasyonlari düşünmekle geçen sancılı bir süreç. (Vermediğimiz kararların paralel evren oluşturup oluşturmadıgını dusunmek ise başka bir konunun konusu olsun)

Hayat biraz grift bir olgu çoğu şey içiçe geçtiği için sürekli bir tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan çıkar tartışmasının denisiklerinin içinde buluyorsunuz kendinizi. (Horozun bu konuyla ile ilgili görüşlerine de baska bir konunun konusu olduğundan ona bilahare ileride deginecegiz)

Bazı kadınların bazen çok güzel olduğunu düşünüyorum. Fakat bunun bana nasıl bir fayda sağlayacağı konusunda kararsız kalıyorum (kadınlar başlı başına bir konu)

Hee ne diyordum bu aralar kar bekleniyor. Aman diyim kalın giyinin usutmeyin.
oldu iyi geceler.

gecıt

üç yaşındaydı tarantulam
öldü fena üzüldüm
ilk iki gün sessiz kaldım, üçüncü gün gömüldüm
ülkemiz birçok konuda geride kaldı
empatide örneğin
hep bunları konuştuk, şimdi sakın ölmeyin
bazen seni görüyorum, buradasın bu hoş değil
kollarım delik deşik, senden ötürü sevgilim
uğursuz olan beyaz ışık,
suçlu sen, ben müfettiş gecıt
elbet bir gün ayrılacağız; taksim, kadıköy
son olarak sahrayıcedıt

21 Aralık 2014 Pazar

görülmedi 5

Şimdi ne çok derdimiz var. Mutlu etmemiz gereken insanlar, insanlar çok acaip mutluluğu bile bir gereksinim olarak görüyorlar, kendilerini mutlu olmak zorunda görüyorlar (ben bazen görmüyorum) oysa hepimiz biliyoruz mahalle bakkalından alışveriş yaparken (hala böyle bakkallar var) duyduğu dedikodu sonucu attığı kahkahanın o bünyede bıraktığı mutluluk hissine hiç birimiz ulaulaşmayacağız ama bunu bile bile lades diyoruz. Bizim kaderimiz bu herhalde hep bir şeylerin peşinden koşuyoruz sevdiğimiz kadınların, tuttuğumuz takımların,  sanatçıların,  politikacıların,  yöneticilerin filan hep bir yarış atı (ne ayıp değil mi)

19 Aralık 2014 Cuma

görülmedi 4

bu hayatta güzel şeylerde oluyordu tabi bakkal veresiye yazıyor aşure getiren bir komşunuz oluyor metrobüste yer buluyorsunuz bir is çıkışı eski birilerine rastlayıp iki lafın belini kıralım derken nasıl geçtiğini anlamadan 3-4 saati eziyorsunuz sonra telefonlar veriliyor tekrar faceten eklemeler aga goruselim aksatmayalimlar filan köyden kahvaltılık geliyor sonra...sabah kahvaltısının hüznü konuyor masaya şarkının arda kalanıyla birlikte
zilin çalmasını beklersin zil çalmaz ve aklına takılır o aynı soru herkesin hayati romanken benimki neden hikaye

18 Aralık 2014 Perşembe

görülmedi 3

bazen diyorum ki kiracısın oğlum sen diyorum ev sahipleriyle iyi geçinmene gerek yok (ki kimse ev sahibi değil zaten sadece kendini öyle görenler var) ama hayat şartları korkaklık filab derken olduğun yerde aynı dönence dönmeye devam ediyor. yalan yok bazen hani olur ya bir roman okurken hiç bitmesin istersiniz öyle anlarda oluyor olmuyor değil ama sonu hep hüsran geriye baktığımda bir ton yarım hikaye (ki sonları pek beceremem) biraz şartlar biraz korkaklık işte geriye baktığımda bol hüzün kokan fluluklar eksik kalan berraklık duygusu (ki bundan zevk almıyor değilim) yalan yok ben hep bir usengiclik olarak algiliyorum hayatı son dakikasına yetişilmiş mutluluk anları ve biteceğini bilip ama bitmese dediğin mutluluk anları ey hayat seni her avucuma almaya çalıştığımda burnumun kanamasının bir anlamı olmalı

17 Aralık 2014 Çarşamba

görülmedi 2

sonra tuttuk bir ise yararmış gibi okuduk, büyüdük. bi halta yaramayacağımızı bile bile tanıdığımız herkesin bizden büyük adam olmasını bekledik. okulu bitirdik işe girdik servise bindik,  siyasi tartışmalar yaptık efendilere beyleri ekledik. eve döndük incinmelerimizi kırıklarımızı düzelttik uyuduk. ve koşar adım kırılmalara gittik biz bin atsız eve hep mağlup döndük sonra ruhumuzu onaracak bir dülger aradık şanslı olanlarımız buldu şanssız olanlarımız bulduğunu sandı kimimizin aramaya bile vakti olmadı. biz vakitsiz olanlarımıza yeteneksiz dedik, ahh ne acı herşeyden bihaber yaşıyorlar filan, bol keseden ahkam kestik, hallerini bilmeden hemhal olmayı bilen adamların empati pazarlanan çocuklarıydık. oysa sorsaydı biri bana bu yağmurun akşamında bu saatte dönerken eve herkese bir saat fazla uyku ısmarlamak isterdim.

16 Aralık 2014 Salı

görülmedi

Bazen sevmiyorum kendimi yalan değil. Kendimi derken salt kendimi filan değil tabi icinde bulunduğum durumu yada salt içinde bulunduğum durumdan ziyade başkalarının durumuyla kendi içimde bulunan durum arasında ki uçurumu sevmiyorum galiba. Bunların dışında bazen bulunduğum durumu sevmedigim hatta genelde kensimi sevmediğim de oluyor yalan değil ama bunların konumuzla pek alakası yok. (Zaten hergün Beylikdüzü'nden Mecidiyeköy'e gidip gelmek nasıl bir soruna yol açabilir ki?)
Zaten başlı başına bir konuda yok ama geçen bir olay oldu anlatmalıyım ki bu olayın bir benzerinin de 11 sene önce vuku buldugunu düşünürsek çokta bağımsız bir olay değil gibi geldi bana tekrar yada yer yer paralel unsurlar barındırdığını düşünmekteyim ama tabii karar siz sevgili mi değil mi okur mu görür mü bilmediğim okuyucu kitlesinin evet neyse lafı fazla uzatmayalım (ki ben lafı fazla uzatmayı da pek beceremem biraz)
Evet he geçen bir kıza bir şiir yazdım ama kız görmedi ki bunun 11 yıl önce yine bir kız görsün diye duvara yazdığım şiiri silenlerle hiç bir ilgisi yok.

10 Aralık 2014 Çarşamba

Renk değiştiren isimler

Mavi gözlü kızların sarışın saçlarına bakıp 'çok güzelsin' diyemedim ben hiçbir zaman,ki zaten rengi önemli değil ben kimseye yüksek sesle iltifatlar,güzel sözler söyleyemedim.Esmer de olabilir gözleri kahve rengi de fark etmez.Nasılsın denilince sadece iyiyim diyen bir çocuktum ben.Yani karşı taraf pek sikimde olmadı,dolayısıyla ben de kimsenin sikinde değilim.Doya doya konuşamadım kimseyle,içimi dökedim.Tam konuşacakken ya konu bitiyor ya da ben.Sesim arada çatallaşmasa bir kelime edip yutkunmadan tekrar etsem iyiyim aslında.Hani maça gidersin biraz içersinde tabii,herkes bağırmaya başlar sen susarsın sonra sende bağırırsın tabi arada etrafı keserek öyle biriyim galiba.Yolda yürürken etrafına bakamayan,ulan baksan ne olur sanki herkes sana mı bakıyor yürü siktir git işte.Sabah 7de otobüse binip akbili olmayan adam mı var var amına koyayım ben varım,şoförden akbil istedim adam bana öyle bir baktı ki hiçbir küfür o kadar etkili olamaz.Neyse,inip biraz yürüdüm okula kadar, geç kaldım diye dersede giremedim,yo aslında girerdim 5 dakika geç kalmıştım ama kapıyı çalıp "girebilir miyim" diyemedim, geçtim oturdum bahçede sigara içtim ders bitene kadar.

Akşam oldu,eve doğru giden enflasyon mağduru kalabalıklar olarak dolduk toplu taşıma araçlarına.Yürürken bir binanın giriş katında spreyle yazılmış bir yazı çarptı gözüme'isimler renk değiştirir'yazıyordu,1195 sokak no:5 siyah renkte yazılmış,siyahın bir renk olmadığını varsayarsak değişik bir paranoya tabii,çakmağım nerde diye ceplerimle savaşırken birden aklıma benim ismimin ne renk olduğu geldi.Sarı mı,yeşil mi ? Bilmiyorum.Mor olabilir akbil moru.Biraz içtikten sonra yine o yazı geldi aklıma,nasıl renk değiştirir isimler,yakından uzağa doğru mu? İhtiyaca göre mi?Nasıl şimdi bizim bölümdeki sarı Mehmet'le torbacı Mehmet'in isimleri farklı renk mi? Yoo bence sadece götlük olsun diye yazılmış o yazı oraya kafa bulandırsın diye.İki Mehmet arasındaki fark,biri çok güzel sigara sarıyor diğeri ise çok iyi not tutuyor,işin sonu her türlü kığatla bitiyor,bazen diğer Mehmet diğerinin notlarından fotokopi çektirilmiş kığadın köşesinden sigaraya zıvana yapıyor,diğeri ise bir gün önce üzerinde tohum ayıklanmış kıgatla bana ders anlatıyor.ikiside'köşesi nerde lan bu kığadın' diye de dert etmiyorlar.

8 Aralık 2014 Pazartesi

karamanda bi ev-1

Ihtiyarları anlamaya başladığımız an ihtiyarladığımız andır, ve bunun yaşlılıkla bir ilgisi yok. Dokundugunuz an dahi flu ise hala, suyun sızısı geçeli çok olmuştur. Çok sular akmıştır o tahta köprüden...
kim bilir neler geçmedi içimizden o an ortaya karışık bir mevsim salatası bolca hüzün birazı kırık olsun, sonra yorgunluk, biraz dua, bir tutam muhtelif kahkahalar, az biraz ayrılık, çeşitli acılar ama en çok sevda kırmızısı, eee biraz gözyaşı, ve bir tutam küfür, ve alın size muhteşem bir beyin salatası.
insan bir tuhaf oluyor aynı evin aynı salonunda farklı eşyalarla yıllar sonra bir arada olmak.(dışarıdan bakıldığında bir tutunamama hikayesi) ama içi garip çok garip on dört yıl sonra aynı evin aynı salonunda aynı dangalak şekilde kahve içmek. bizimki biraz hayata tutunamama sorunu biraz gençlik hayali bolca oldurulamamış işler ve aynı çorap kokusu...
ulan hala mı çorapları havalandırıp giyiyorsun anlamadım ki?


1 Aralık 2014 Pazartesi

No pussy blues

Ben sana her baktığımda üzülecek bir şeyler buluyorum kendimde
Sabahların sekizlerinde gelen iç sıkıntıları gibi şeyler
Belli saatlere kadar kimselerin uyanmaması gibi şeyler
Bir şeyler daha söylemek isterdim
Ama saçların da zaten başlı başlarına birçok şeyler.




13 Kasım 2014 Perşembe

Dalyan'da tepenin arkasından göle doğan dolunay ve beyaz Broadway

Benim için zor iştir birini anlamak
Sevmiyorum zorlukları
Bir ormandaymış gibi,
mevsim de kışmış gibi yürüyorum
Zafer yok, kaban yok
ayaklarımdan biri de çıplak
ay doğunca küçülür eşyalarım
Ayağım ondan çıplak
çabuk ol gel bak
Eşyalara değil, aya bak
Sevgiyle kazandığım, hakkım olanları
Ceza olsun diye gizledin ya ona anlat
Sessizce dinleyip, seni rahatlatacak
Gelip bana anlatacak.

Şimdi de bir sahilin kokusuna,
Daha önce hiçbir şeye olmadığım kadar varım diyorum. ama yalnız bu değil,
Bir de 'rakılar içmişiz, birbirimize girmişiz akşamları'ndan
evlere (bizim olmayan evlere) beraber döndüğümüz gece yarılarına da
varım demek istiyorum
üç biralık umutluyum.

İzmir istanbul uçağında
Beyaz boşluğa baktım baktım yoruldum,
Kafamı yasladım, uyudum on dakika kadar
Seninle olan aramız yani kilometre formundaki aramız
Yani kilometre formundaki aramıza sığan köyler
birleşip il, İller birleşip devlet oldukça
Sıkıntılı oluyor gezegenin istanbul denilen
ve tarihte başka isimlerle de anılmış bölgesinde uyandığım sabahlar
Sevmiyorum sabahları.

bu kadar insan
Koku alabiliyorken nezle olmadıkları zamanlar
ve bu kadar insan bu kadar insanı bu kadar fazla sevebiliyorsa
Bir o kadarının da sevmemesini normal karşılamakta fayda var.
Üç sigaralık mutsuzum
Sevmiyorum normal karşılayanları.

29 Ekim 2014 Çarşamba

Orospular Yalnız Uyur

Sonra bir şeyler oldu,istemsizce karşılaşmış ve nerden geldiği bile belli olmayan iki yabancıya dönüştük,ve yine bir başkasına yabancılaşan başka yüzlerde birbirimizi aradık gecelerce.Sadece yalnız kalınca birbirini hatırlayan ruhlar orospudur ve orospular yalnız uyur.Geceyi kiminle geçirirse geçirsin,gözlerini açtığında ilk kendini görür.Bende senin gibi beni aradım ait olmadığım her yerde.Bütün dudaklar aynı tadı verdi senden sonra,bütün şaraplar kırmızıya döndü.Hayat ne kadar stabil duyguların esirinde kalacağıma inandırsada beni,ben yine iki çift gözde seni aradım.Gözlerimi beynime yumana kadar seni gördüm odamın duvarlarında.İlk defa öpüştüğümüz yerden geçemedim bir daha çünkü beraber ezdiğimiz kaldırımlar bile küfür ediyordu bana.Nadir de olsa seni seviyorum dediğin anlardaki sesin bana dünyanın en güzel melodisiydi,yazılmış en güzel şiir,okunmuş en güzel şarkıydı.Gidişinin ardından bahar gelmedi ama bir türlü,Unuttum sandığım herşey üzerime yürüdü her sabah.

Ve ben sadece seni görüyorum düşlerimde,evet biraz zamansız geliyorsun aklıma,zamansız gidişin gibi hezeyana uğratıyor bu beni ve hayatla olan bütün bağımı kopartıyorsun her zaman yaptığın gibi,nitekim...Kimsenin sikinde bile olamadığımdan,bu durumdan zevk almaya çalışıyorum ben de,zamanla seni bir şekilde oradan kovup,geri geldin mi diye de bakıyorum ara ara.Bir şeyler fısıldayıp gitmen için, düş bahçemin kapısını açık bırakıyorum hep.Karanlıktaki bir boşlukta seni bekliyorum,işte o zaman gelmiyorsun yine.Her zaman yaptığın gibi,en ihtiyacım olan anda gelmiyorsun.Annemin öldüğü akşamda gelmedin,bir barda ölesiye içerkende gelmedin,akşam olsun diye saate bakmakla geçen mesai saatlerimde,sabah olsun diye edilen arkadaş sohbetlerinde,sahil kenarında boş bir bank ararken,evde tek başıma olduğum günlerde ve saatlerce yatakda kıvrandığım gecelerde de yoktun.Peki ya şimdi,zihnimin bir tarafını himayesi altına almış olan senden hiç haberi olmayan,bu günahı bizden az ve küçücük elleri avuçlarımda can çekişen,muhtemelen seni fark edince benden nefret edecek olan bu kıza seni seviyorum derken.Niye geldin ?

27 Ekim 2014 Pazartesi

benim küçük dayım

Sonra benim küçük dayım
Ölüdür biraz
Toprağın altında ablam
Nabzı istesek de atmaz

Azım
Bir avuç kalmışım
Sonrasına
Sözlerim anlaşılmaz

Japonya'da öğle vakti
Zaten şu çiçeklerin yüzü
Savaş uçaklarına dönüktür biraz

Parçalanmış bir çocuğun
Avuç içlerindeyim
Yanık bir şeker hali
Halimi anlatabileceğim
Ölüm hali
Pek bir az


Kapanmaya zorlanan ahşap bir kapı
Ellerini raflarda unutmuş talihsiz bir ihtiyar
Kör kedilerin peşinde koşan bir terlik havası
Şu yollardan gelişin hep gülünçtür biraz

Tunç beni soruyor
Uzak doğu eteklerini kaldırmış
Bizden adım adım kaçıyor
Bir nehir neresinden öpülür
Bilmiyorum
Aksini düşünme
Nehirlerde utanır
ama biraz

Zaten bir ortanca çocuk aç uyur
Tabakta Afrika için un karası hiç kalmaz
Ellerimi uzatırım
Hani şu yardım hallerine bürünmek
İslamiyetin çakma hallerinde
Farz

Katlime ferman okunuyor
Bugün cuma değil
ama olsun
Bu günde ölüme en uygun takımı giyeriz
Halimiz güçtür biraz

21 Ekim 2014 Salı

Sırt üstü yatmak ve 31

"Bir yarışta değilsin çünkü başarısızlık senin kaderin olmuş" diye bir ses duydum yan masadan,çok taşaklı entelektüel bir ses,hissettirmeden kafamı çevirdim onlara doğru,sikiyle göbeği öpüşen bir adam söylemişti bu lafı,hala konuşuyordu kadın dinliyor ben düşünüyorum.Adam söz kendine gelene kadar birasını yudumladı,etrafa baktı,sigarasını yaktı ve hesabı istedi,aslında konuşmak değil yatmak istiyordu masanın diğer tarafında duran kimseyle,kadın güzeldi ama bu onun umrunda değildi.

Ben de son biramı içip çıktım,yaşamayı bilmek,yaşamak,birine kendini kabul ettirmek bu muydu hayat? Birini sikmek ya da en doğal tabirle sevişmek.Eğer öyleyse ben ne yapıyordum;sırt üstü yatmış tavanı izliyordum.Durdum bir süre,gözlerimi kapattım,açtım,uyku tutmadı kalkıp bir sigara yaktım.

Sabah işe giderken,Selin'i bir içki içmeye davet etmek geldi aklıma.Öğle paydosundan sonra yanına doğru yürüdüm etrafı kalabalık diye geri döndüm,en müsait anında yaklaştım ona doğru."Naber Selin"dedim."İyim senden naber" dedi.İyidi cidden baya iyidi.İyidir akşam işin yoksa bir şeyler içelim mi ? Dedim.Dünyanın en sikik tavrıyla."Çok isterdim ama başka zaman"dedi.Sorun değil deyip masama doğru yürüdüm.Mesai bitimi eve giderken,kendime bira ve sigara aldım gelmezse gelmesin orospu! İçip biraz kendime geldim,zap yaptım ama kesmedi.Gidip biraz daha bira aldım,içtim ve sallana sallana yatağıma geçtim.Yine sırt üstü yatıyordum ama düne nazaran daha değişik şeyler düşünüyordum,belki Selin'i belki bir başkasını final kime denk gelir bilmiyordum.ilk defa da yapmıyordum bunu ama bu gece Selin'di iyi biliyordum.

17 Eylül 2014 Çarşamba

tiz ağlayan çarşambalar


yaptığım açıklamalar bir işe yaramıyor fikret abi
herkes kararını vermiş
ben beylikdüzünde telefon başında
aleyhime kurşun gibi yağan kararları
karşılıyorum kenarları açılmış başımla
sanırsın amatör ligde kümeye oynuyorum
kaleye mahalleden en sevmediğim çocuğu koyuyorum
kızartmak için doğramam gereken patateslerin
içlerini oyuyorum.

yaptığım hatanın farkındayım fikret abi
üstüme gelme sigara sar
başka türlü dayanamam, başkan beni istemiyor.
yeteneksizsin, takımı aşağı çekiyosun dese anlarım
artık benle rakı da içilmez
omlet görsem ağlarım.

tek günde her şeyi kaybettim fikret abi
etrafıma kurşunlar mı saçayım
napayım, nereden atlayayım
yok ki o kadar yüksek bir bina yok
eğer varsa girsin bana o bina fikret abi
girsin de bari yeniden başlayayım

14 Eylül 2014 Pazar

Fazlasıyla normal bir insan hayatı

Zaman ilk anda verilir insana,sonrasın da beklenmez.Geçmişinden kurtulmasına izin verdiğin an, senin olur o insan.Beraber silerseniz her şeyi,eğer ona dayanabilirsen.Sende kalır o hayat.

Geçmiş öyle bir yüktür ki,tek başına temizlenmez, birini ararsın, yardım beklersin bir umutla.Kimse gelmez bazen,bazen de gelir, ama beklemez her şey temizlenene kadar.Kurtulmana sıcak bakmaz kimse, sahibi sanar kendini o hayatın.Nedenini duymak istemez seni sen yapmak zorunda kalan nedenlerin.Ne yaşadadığın bir önem arz etmez karşındakine eğer onun hayalindeki insan değilsen.

Herkes bir şeyler götürür senden izin verdiğin kadarını alır hayatından.Merhamet ettiğin herkes, birgün mutlaka öcünü almaya gelir.Bakmaz yine yüzüne kimse,konuşursun duymazlar,gidersin durdurmazlar,ağlarsın en kötüsü olur bazen ölürsün,hem de otuzuncu yaş gününde.Eğer bir hayata dokunamadıysan iyi yada kötü,işte o zaman yalnız ölürsün.Ne bırakırsan bırak yeryüzüne.Toprağın altındayken anılmıyorsa adın,bütün hayatın kendini kurtarmakla geçmiştir

13 Eylül 2014 Cumartesi

kullanılıp atılmaya kıyılmayan mendiller koleksiyonu

telefonda söylemek istemedim, böyle aşk olmaz
çünkü her yıl dönümünde -ister doğum, ister evlilik-
aldığın hediyeler ömrünü çürütüyor,
bak işte artık beni içine çekme
belli ki kokum seni öksürtüyor

telefonda söylemek istemedim, ben ankara'ya taşınıyorum
istanbul'un vapurlarının ecdadını sikeyim, beni deniz tutuyor
korktuğumu düşünüyorsundur
şimdi sana gülen herkesle öpüşüyorsundur
uzak manzara arayıp bakmak için gittiğin deniz kıyılarında
bulamadığın her doğru adam için bir yabancıya dönüşüyorsundur.

yukarı bakıyordum
çünkü elbet herkesin yukardan aşağı atacağı bir anahtarı vardı
varoluşuma düşmanca sözler ettin
düşmanca olmayanları uygun birer tava olarak benimsedim;
porselen, kaygan, sorgulamayan.
kızdın sen, ben panik.
kırdırdım kendimi
mutfak tezgahına vurdurdum
tam ortamdaki çatlaktan, başparmak yardımıyla içimi açtırıp
akıttım beyazımı kalitesiz hayvansal yağın üstüne
pişmemi beklemedin, gittin,
haklıydın ve yine de çok tatlıydın
söyleyecek sözüm yoktu
hayatımdaki kötülükler, gülüşünden çoktu
haklı olduğun tüm konulara karşı
elimden gelen tek şey kandı
telefonda söylemek istemedim
karşıya geçeceğim de
fazla şırınganız var mı?

14 Ağustos 2014 Perşembe

Her şey rayından çıkarken sen nasıl bu kadar sağlam kalabiliyorsun satürn

Bütün bu ormanları senin için yazdım
Oturarak evet
yalnız kaldığım her an özlememe kızıyorsan
Yalnız kaldığın her an intikam istiyorsun
bulanık deniz rengi gözlerinle etrafını süzüyorsun
acıdımsa kendime, evdeliğimden, sessizliğimden, bıkkınlığımdan değil
Sana gönderdiğim her mesajda biraz daha bittiğimden değil
Vapurlar köprüler, randevu evleri yetmezmiş gibi
Metrobüsün icadıyla daha da birleştirilmeye çalışılan orospu çocuğu iki kıtanın birbirine olan yabancılığından hiç değil
Kendimi uygun bir yerde dövdürüp, çocukluğuma tecavüz eden mitolojik orospuların huzurunda
öldürtemediğim için kendimi traşsız genital bölgemden,
mikrop kapıp da tüm dünyayı salgın bir hastalıkla helak edemediğim için acıyorum.
İğrendiğim ise sendin, karıştırmasın insanlar.

Güneş doğarken peşine taktığı sabah cinlerinin isimlerini saydım tek tek.
Ellerini kaldırdılar, işaret parmaklarını silah gibi yapıp
Şaşkınlığıma ateş açtılar
Görmedin beni, görsen de tanımazdın, başka boyuttaydım.
Kendimi hiç sevemediğimden mi çok sevdim seni?
Uyuşturucu bağımlılarının hislerini yavaş yavaş kaybetmesi gibi
Kayıp mı oluyorum yoksa içinde, kıyamet gününde son kez batan güneşten hallice
Ve daha nice kırık kemiğin yanlış basketbol potasına kaynamasının akabinde,
Kaldı mı kalbin? Kaldıysa kalanını da sikeyim.
hangimiz daha cani
hangimiz daha seri tükürüp de daha fazla kuş vuracak
Uzun ağaçlardan döndürüp ilmeklediğim halatı, boynuma kim takacak
istemediğim halde bahşedilen bok rengi hayatı
bomba yapıp atıyorum
kuşlara, böceklere
üç ayaklı köpeklere
Ay ışığının huzurunda, efendigene bu gece
parlamasın yıldızlar
Biraz da sen parla,
Bir bok sansın insanlar




8 Ağustos 2014 Cuma

Tanrının arabaları

Yine bir bayram arefesi sabahı,sahibini bekleyen köpekler gibi indirdiler bizi bahçeye.Tek sıra halinde dizildik,sabahtan akşama kadar bizi döven annelerimiz başımızı okşayıp özelliklerimizi sıralıyordu.Ahmet çok uslu,Ali çok akıllı falan diye zırvalandı.Yetimhane sartlarında her türlü iki yüzlülük bakiydi buna daha 5 yaşında alıştık zaten.Bir insanın görmemesi gereken çoğu şeyi görmüş,başına gelebilecek en vahim durumlarla karşı karşıya kalmıştık.

İçimizden birinin kutal kurtarıcısı geliyordu yine arabasıyla,o arabalara kendi aramızda tanrının arabları diyorduk.Özgürlük ve merhamet kapının diğer ucundaydı çünkü.Ve bizi sadece o arabalar kurtarabilirdi.Çok geçmeden bir aile gelip beni de evlat edindi.Babam İsmalil bey,albay.Annem Ayşe hanım öğretmendi.Peş peşe doğan 3 çocuklarıda ölü doğduğu için,gelip beni evlat edinmişlerdi.Çok geçmeden birbirmize alıştık ben ilk defa birine baba diyordum,onlar da ilk defa birine evladım diyordu.Tek eksiğimiz birbirimizdik zaten.Eğitim hayatım genel hayatımdan daha başarılı geçti.Yaz tatillerinde Yalova'daki yazlığımıza gidiyorduk.O yaz komşumuzun kızına aşık olmuştum.Aslında ilk defa birine aşık olmuştum.Denize giderken beni de çağırmasına,sarı saçlarına,beraber sahilde içtiğimiz gecelere bilmiyorum ama aşık olmuştum işte.İstanbul'a döndüğümüzde telefonlarımı açmayınca anladım yine başarısız olduğumu.Üzülmedim her yaz orada olacaktı çünkü.

Daha otuzuma bile basmadan yitirdim yeniden ailemi.Beni aldıkları tanrının arabasıyla kaza yaptı anne ve babam.Yine yalnız ve sersefil kaldım.Hala İsmail beyin evinde yaşıyorum Ayşe hanımın eşyalarını kullanıyorum.Arabada aldım ama bu seferki tanrının değil...

4 Ağustos 2014 Pazartesi

Kozyatağın dayaz

Ya da tam anlayamadım mı seni?
Öyledir. Sonra şarkılar söylenir
Hepsi yeni baştan
Saatler hızlı , saçlarım daha hızlı
Dökülürken, her şey yeni baştanmış gibi gelir.
Kıracak zincir olsa kırardım dişimle
Dişim elimde ben yüzümde komik bi gülümsemeyle,
Kendime o halde bile biraz fazla güvenip de bir hataya düşmekten
Son anda kurtulur, kokusunu kaybetmiş gül gibi dekor olurdum.

Burada çok durdum, kaç kız unuttum
Unuttum.
Olmuyor, anlam kaybettim.

Hayatımda ilk defa seninleydim, panik oldum seni de kaybettim

Yer yer yosun olsa da deniz güzeldi aslında affet marmara sanırım ayıp ettim
Sonra bir farkettim
İstanbulda sıcakta
Nöbet gibi geçti yaz.

18 Temmuz 2014 Cuma

Ankara'nın Düşüşü

Ankara'dan dönüyordum, otobüsteydim. Otobüs daha önce Ankara'dan hiç dönmediğim kadar ormanlık ve dağlık bir yolu kullanıyordu. Pencereden baktıkça yer yer simsiyah, yer yer koyu gri olan bulutların rengine bürünüyordum. Ankara'da Melih vardı ve Melih sayesinde tanıştığım birkaç arkadaş. Pazar günü öğleden sonra iki buçuk otobüsüne binmiştim,
Ankara'dan çıkınca yağmur, Bolu'da ise her şey acı vermeye başlamıştı; İstanbul'a vardığımızda kilo vermiştim.
Her biri kendi içinde farklı şekilde mükemmel olan 5 günün, eve dönüşü asitten düşüyormuş gibi hissettiriyordu.
Doğduğum evden ayrıldıktan sonra, bir daha hiçbir zaman evdeymiş gibi hissetmemiştim. Ama uzun aralıklarla yaptığım iki Ankara ziyaretinde de kendimi evimde, yanında mutlu olduğum insanlarla, olmam gereken yerdeymişim gibi hissediyordum.
Dönmek elbette zor olacaktı.
Nitekim döndüm
Ankara'yı ve içinde barındırdıklarını unuttum; Yasemin'in balkonundan Atakule'nin görünmesine şaşırdığımı, Melih'in köpeği Luna'yı niçin sevmediğimi falan.
Kendimi inandırdığım şeyin ne olduğu konusunda tartışmaya girersem kesinlikle kayberim gibi geliyor, zihnim sürekli oyun oynuyorsa demek ki.
Artık içinde kendime dair hiçbir şey bulamadığım İstanbul, her gece beni yeniden kandırmaya çalışsa da ona hep sırtımı dönüp uyuyorum.

15 Temmuz 2014 Salı

Epistemolojik Açıdan Mükemmel Bir Masumiyete Sahip Pozitivist İntahar Yöntemleri

Bir topluluğun öğesi yaşamsal bir yapıya sahipse, canlı bir cismin organik öğesi de kimyasal bir yapıya sahiptir. Yaşam organize bir moleküldür. Bu organize moleküller aynı anda birbirine düşman monada, yani tek olana aittir. Bana öyle geliyor ki, yaşamda her an duyduğumuz ilerleme ihtiyacı, bağımsızlıkların yadsınabilirliğini ölçüsündedir. Bedeninizde yada topraklarınızda yer alan uysal moleküller içerisinde direnenlerle yaşamak ne kadar zor, bilirsiniz?

Stoacıların muhtemelen yüzyıllar önce moleküler dünyadan pek fazla haberi yoktu. Ancak onlara göre ölüm, aynı izleğe tekabül eder biçimde “bedenimizi oluşturan öğelerin dağılması, insan ruhunun aslında evrendeki ruha geri dönmesi” anlamına gelir. Irmaklar nasıl denize dökülürse, insan ruhu da döner dolaşır yine aynı evrenin ruhuna dökülecektir. 

“Tanrılar öldüğünde daima türlü şekillerde ölürler” der bundan yüzyıllar sonra başka bir stoacı. Bunu biliyorum ve sırf bu nedenle sonsuzluğu zamansal bir aralık olarak değil, yaşayanlara ait görüyorum. Elbette bir bilgenin ölüme bakış açısı herhangi birinin bakış açısından farklıdır. Cicero’ya kulak verirsek ölmek istemiyorum ölmeyi de hiç önemsemiyorum aslında.

Cicero’yu en çok seven bilim adamı Niels Bohr, ışık kuramındaki dalga-parçacık ikilemini çözmüş ve Danimarka devletince şövalye yapılırken kendisine arma seçmesi söylendiğinde Yin-Yang’ı simgesini ve şu sözleri seçer “karşıtlar tamamlayıcıdır” abiler!

Termodinamiğin ikinci yasasına göre ısı farkı kalmayınca evren ölecek ve ısı ölümü nedeniyle evren yok olacaktır. Bu entropi bizi şuna götürür, kendinizi çalıştığınız iş yerinin 20. katından aşağıya bıraktığınızda bedeninizin soğuması değildir aslında ölümünüzün anlamı. Kendinizi kadavra üzerinde düşünün, evrenin kendini sürdürmesi için doğal farkların zorunlu olduğunu göreceksiniz.

Sonuçta yaşam probleminin çözümü, problemin ortadan kalması ile görülür ve biyolojide canlılık probleminin çözüm önerisi düşünceden geriye doğru adım atmaktır. Nasıl mı?

Aynı Durkheim’ın sosyalleşmenin sınırlarını çizerken öğrettiği gibi “içgüdünün otoritesi” ile. Sosyalleştirici pratiklerin en etkilisi olan intihar için karşımızda dört sistematik vardır.

Egoist İntihar

Toplumsal bağların zayıflaması sonucu ortaya çıkar. Toplumda bireysel egonun, toplumsal egonun karşısında ve onun aleyhinde kendini aşırı bir şekilde ortaya koyduğu durumdur.
Ölçüsüz bireyleşme halidir.Öz merkezli, egosantrik veya benlikçi intihar olarak açıklamak gerekir.
Bireyler vesayetten kurtulup, toplumun meşruiyetini reddettiklerinde “ölüm vasıtasıyla üzerilerindeki sorumluluktan sıyrılmaları” sağlanacak ve dolayısıyla toplumun itiraz edecek otoritesi de kalmayacaktır. Psikolojik anlamda kırılganlığı artan insanın umudunu kaybediştir.

Buna en uygun yöntem "AŞIRI DOZDA İLAÇ" almaktır. İlaç alın ama felç kalmak istemiyorsanız uygun dozda almayı ihmal etmeyiniz.

Şimdi bütün parçalar ve gerçekten de yaşayan varlığın bütünü belli bir içsel sıcaklığı içerir.

Alturist İntihar

“Kişiliksizliğe neden olan” koşullarda yani bireyin “grubun içerisinde yok olduğu” durumlarda karşımıza çıkar. Özellikle arkaik toplumlarda gözlenir. Yaşadığınız toplumdur sizi - yani kendi kendisini - yok etmek için ezendir.

Buna uygun en yöntem kendinizi "ASMAKTIR." Boyun kırılması ile sonuçlanır, omuriliğiniz zedelenecek ve ani ölüm gerçekleşecektir. En iyi ikinci yöntem kendinizi "SİLAHLA VURMAKTIR." Boğazdan vurmak dönüşü olmayan tek yöntemdir.

Sıcaklığın kaynağı kalpte bulunmalıdır ve kana sahip olmayan hayvanlarda da buna benzer bir yerde. Çünkü her parçanın sahip olduğu doğal sıcaklık sayesinde yediklerinizi sindirirsiniz.

Anomik İntihar

Toplumsal dengenin ihtiyaç duyduğu moderatör rolünü üstlenmediğinde, bireysel istek ve tutkuların önünde hiçbir engel kalmaz. Tutkuların disipline alınamadığı anlarda anomi doğar.

Kronik bir şekilde gözlemlenir. Özellikle modern çağda her yeni gün ilişkiler endüstriyel bir anlam kazanmaya başlamıştır.”Anomi sizin belirleyemediğiniz kaderin sillesidir.”

Buna uygun en uygun yöntem "ENJEKSİYONDUR." Öncelikle korku ile düzülmemiş birey gerektirir. Beden ısınız aniden tehlikeli boyutlara ulaşır. Rush ve flash evresi hızlı sonuçlanmış ve kendinizi kısa yoldan bir sanat dersinde Road Runner isimli bir şiiri okurken bulursunuz.

Bundan dolayıdır ki, bedeninizdeki parçalar soğuklaştığında yaşam yine de bir an sürer; ama kalp bölgeniz soğuyacaktır ve bedeniniz yavaşça yok olacaktır.

Fatalist İntihar

Yaşama arzusu yerine karanlık madde yani “yok madde” konulmuştur. Fatalist intihar bir kendini fazla düzenleme halidir. Geleceği duvarlar arasında acımasızca kıstırılmış, tutkuları ezici bir disiplin altında şiddetle bastırılmış bireyin intiharıdır.

Buna uygun en yöntem ise "BOĞAZINIZI" yada "BİLEKLERİNİZİ KESMEKTİR."

Tendonları kesmek bağlı oldukları kası kesmek ve en az onun kadar kasıldığınızda solmuş ve tanıdık çiçekleriyle saydam bir gecenin ayrıksı, loş karanlığına son vermek anlamına gelir.

Öğretinin dediği gibi yıldızlar artık gaz, insan ise bir alabalıktır.

Şimdi em’ – kendi kanını - çünkü ölüm ancak sıcaklığın son bulması ile buluşur.

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Ben o sıralar

Bize sadece duymak istediklerimizi söylüyor ve sadece ihtiyacımız olanı veriyor.Sürekli bir tatmin olma duygusu içinde gidip geliyoruz,bazen çok ama bazen de az.Yine de memnun ediyor bizi hayat.Bir şeyler olsun istiyorsun iyi ya da kötü ama olmuyor.

Ben o sıralar gelecek vaad ediyorum,
Mühendislik birinci sınıfta sakalım mı az yoksa boyum mu kısa gibi dertlerim de var tabii.Ben o sıralar, otobüse binerken güneşi arkama almaya gayret ediyorum,sizin sokaktan geçerken çoğu zaman seni göremeyimişim gibi.Sana henüz aşık olmadım diye okuldan eve yürüyerek gidiyorum,seni görmesem hala yürürdüm aslında o yolu.Ben o sıralar,ortak bir arkadaşımızın evine gitmek için evden çıkıyorum,senin de orada olduğunu bilmeyerek.Oraya vardığımda çoktan gitmiş oluyorsun,ilk defa adını o gün öğreniyorum.Ve ben sana o gece de aşık olamıyorum.Kısa bir yaz geçiyor o sene yine,bir eğitim yılının en soğuk sonbahar günü seni bekliyorum bahçede.

Aradan belki bir ömrü yeterince dolduracak kadar zaman geçiyor.Biz yine "biz" olamıyoruz.Hatırlıyorum da son görüşmemizi,"İstanbul'a gelirsen kesin haberim olsun demiştin"Sustum belki hatırlarsın diye.Sen daha benim İstanbul'da yaşadığımı bile bilmiyorsun.

10 Temmuz 2014 Perşembe

yaşasın halkların seksensekizliliği

ben bunu bir halk türküsü de yapabilirdim mesela
arka mahallede ki çok renkli çocuklara siyah boyalar hediye ederek
ellerine kimseler değmeyen ve tanınmazlık sorunu çeken kim varsa
kim varsa seksensekiz kere küfretmiş talihine hepsini yanıma alıp
sevdalardan vazgeçtikleri ferdi tayfur şarkılarını devrim marşı yaparak

ben bunu bir devrim muhabbeti de yapabilirdim 
ece ayhan’ı tanımadan karaşın olan çocuklarla
kırmızı jakoben devrim konuşmaları yapmayacağım
(ki bırakmıştık değil mi hasan bu arada)
hepimizin gizli bir acısı var nasılsa herkesin bilmediği

ben bunu bir aşk şiiri de yapabilirdim mesela
aşk yoksa şiir yok, acı yoksa şiir, şiir yoksa acı, acı yoksa aşk
saçma sapan paradokslar olmamalar saçmalık ve gözyaşı
yıkılsın bütün çiçekçi dükkanları
bu şiiri elbet bitireceğim hafız kanlar olacak ve gözyaşı
bütün kaybedilmiş aşk şehirleri 
en afili yesilçam bakışları
ve bir şarkıdan arda kalan ne varsa ne kalırsa insana
bunu yazmalı

şimdi kalmalı
inmeden meydanlara, kavgaya,şehre ve kadınlara
sonu umutla biten semtlerde kalıp 
bir kavgayı en başından kurmalı

3 Temmuz 2014 Perşembe

Spesifik spazmlar

Televizyonun karşısına oturmuş, 40 derecelik sıcağa aldırmadan vodka içiyorlardı.Serkan yetimhanede büyümüş,Aykut'un anne ve babası çok küçük yaşta öldüğü için babaannesi yanına almıştı onu.Birbirinden tuhaf bu iki hayat yine çok tuhaf bir biçimde tanışmalarına sebep oldu.Ot içerken tanışıp,rakı içerken eve çıkma kararı aldılar.

Nasıl anlatacaksın.Bilmiyorum.Ne demek bilmiyorum oğlum,benim için sorun olmaz kimsem yok,işimde var bir şekilde hayata devam ederim.O kadın bu yaştan sonra ne hale gelir düşündün mü.Gidince uygun bir zamanda söylerim amma vicdan yaptın amına koyayım.Ne diyim karşısına geçip 8 senede okulu bitiremedim,kovuldum mu diyeyim.Bütün umudu bendim kadının.Neyse siktir et olan oldu artık.Kirayı ödedin mi?Hayır.Karta bak para varsa öde,bira al bide gelirken.Tamam.Sigarada al.

Ders kitaplarını sobada yakarken,aklıma Ayşegül geldi.Sarhoşluğumda verdiği gereksiz özgüvenle telefona sarıldım.Etrafında birkaç erkek olunca ne yapacağını şasıran ve sürekli sevişmek isteyip bir türlü vermeyen kızlar beni hep etkilemiştir zaten.Nasılsın.İyiyim sen.İyiyim bende sağol.Akşam ne yapıyorsun bir planın var mı.Aslında Özgeyle bir işim var.Siktir et Özge'yi yarın gidiyorum biliyorsun bu gece görüşelim,lütfen.Tamam.Serkanın çalıştığı bara gel.Olur.Serkanın bara gitmiş,ben eşyalarımı topladığım süre zarfında,hiçbir şey yememiş sadece içmiştim.Saat geç olmadan barın önünde dikildim.Sigaramın bitmesini bekledim,fakirlik prensibimdir bitmeden atmam.İçeri girdiğimde Ayşegül çoktan gelmişti bile.Yanına gittim.Böyle bir güzellik olamaz,ben gelene kadar ondan gözünü ayırmayan bütün andavallar önüne döndü.İçkiyle doğru orantılı olarak sohbet yön değistirmeye başladı.Nasıl bu hale geldin sen.Ne varmış halimde,sizin gibi kulak dolma bilgilerle, adını ve ne işe yaradığını bilmediğim bir bölümden mezun olup,sabah 9 akşam 5 çalışmıycam diye mi.Hayır tabi ki de onu kastetmedim Aykut.İki dakikalık bir sessizlikten sonra,bira bardağı ve sigara paketi arasında gidip gelen elimi tutup"seni seviyorum"dedi.Bu nu ilk söylediğinde yine bu barda belki de aynı masadaydık.O zamanlar ikdisattan bir çocukla takılıyodu,onu benimle aldatmıştı,beni de yine buna benzer bir senaryoyla terk etmişti.Onlarıda hala unutmamıştım.Siktir git lan diye bağardım.Gözleri yırtılana kadar açıldı birden.Herkes dönüp bize baktı.Ne bakıyorsunuz lan diyecek gibi oldum.Çonn diye bir tokat attı,o hızlada çıkıp gitti,bunların tamamı 7 saniye sürdü.Serkan geldi yanıma kolumdan tutup barın karşısına otutturdu beni.Ne dedin lan kıza.Siktir et,viski versene.Tepeleme doldurmuştu öküz o kadar acıydı ki viski yandaki çiftin üstüne kusmamak için zor tuttum kendimi.Tam o sırada beklediğim şey oldu Ayşegül mesaj atmıstı,büyük harflerle orospu çocuğu yazmıştı.Böyle kadınlar sizi terketmeden siz onları terkederseniz orospu çocuğu,onlarla kalırsanız sadece bir alternatif olursunuz.

Sabah uyanıp sağlam bir sigara sardık Sekanla.Gece niye ortalığın anasını o kadar siktin.Ayşegül mevzusu mu.O ne ki taksiye kustun adam attı bizi.Hassiktir! Binaya girdiğimizde İsmet amca uyandı sesten adama I love you so much dedin,kapıyı suratımıza kapattı.Bir nefes daha aldıktan sonra.Gidelim mi artık saat 12 olmuş 1’de otobüsün var dedi Serkan.Gara vardığımızda bir ara gözlerim doldu.Otobüsün önünde sigara içerken,babanneme ne anlatıcam diye düşündüm.Koltuğuma oturup camdan baktığımda yandaki otobüste Ayşegül'ü gördüm.Serkan olmasa perdeyi çekerdim ama beni fark etmesin diye hiç o tarafa bakmadım.Otobüs şehirden çıkmadan muavin geldi yanıma.Ne alırsınız beyefendi.Su var mı ?

keyfe keder



Hissiyat bir, birbirine dikilen şiirler 


Kalesinin altın anahtarlarını denize atmış 
insaniyet arayan emekli bir kral gibi yürüyordum
aklıma geldi, aklıma gelebileceğin

-durdum-

mermiyi ağzına vermek
namlunun
rakı bi bana yarıyor
anlıyor musun

bu dizeyi söylemek istemedim
içimde karışık haller içindeyim 
oralet kavanozuna uzanmak için çıktığı sandalye sallanınca 
korkuyu anlayan bir çocuk gibi
anlatamam hislerimi 

beden zayıflayınca ruh güçlenir diyor
bektaşi ve mayalı abiler
bu biranın dibi diyorum
çok korkma, düşersin çocuğum
aman adını ufak yaz ali 
yaz ki sığsın o koca isim
o uzun nakaratı şarkının
hani mutlu olmaktan bahsederken kaydı durduran kör harmonikacı 
hatırlıyor musun

dört nala gelip uzak asyadan
kasıklarına bir kısrak gibi uzanmak istiyorsam
bil ki bıkmışım insan etinin o iğrelti seslerinden
yusuf diyorum
ne mutlu ki kuyu da 
kuyu ne mutlu ki 
yusuf’un yüreği atmakta 

her şey az buçuk naylon işte şu dünyada
saatler, leğenler, otobüsler, sıralar, bankalar 
-yürümeye devam ettim-

anlatamıyorum kendimi
cezayir’de oturmak istiyorum bir kayalığın dibinde 
ellerim bağlı olsun istiyorum bir gün
ve hissetmek göğün örsünü göğüs kafesimde 
kaç ton baskıya dayanabilir insan bilmiyorum doktor
ama tüm insanlık omuzlarımda 
gökten yıldız çalmaya çalışıyoruz 
en üstte ki çocuğun elleri çok kısa
uzanamıyoruz 

anlamsızım, ah ulan anlamdan bozma 
uykusuzluğumun derin sırrında anladığım bir hakikat der ki
ellerim kollarıma dikili olsa da
ellerim çok uzakta, aslında 
ve orta asyanın bazı noktalarında 

çok ince bir bağlama sesinin grtlağı olsam 
kara kuru yanık ellerde ak bebekler büyür yavrum
sende büyüdün, eğer büyümek geçmişten nefret etmekse 

bir kemal sunal filminin melodisi oldum geçen hafta 
sanki güzel sevmiştim. ağaçtan bir çocuğun elinde kaçırılan
şeftali gibi işte. insana uzak kıyılar gibi. değil belki.
yürüdüm, omuzum da bir el yok. 
ince bir ses işittim. yere oturmalı insan bazen
-dedi-
kaldırıma. hatırla bu dünyayı. üzerine kurduğun taş avluyu
avluda ki ölü iranlı kadını
kanına boyanmış bülbüllerin güllere sarılışını 
bu dedi çocuk
bir alevi sazı mı?
kederin memleketi neresidir mirim, nah şuramızdan 
başka.
sanki her yıpranışın bir kökeni vardı
bugün utancım halkı katledilmiş bir Kızıldereli gibi ağladı tepenin üzerinde
içimde ki yılmışlık
varoluşçulara küfretmekten geliyor yakup
şu içimde ki bitkinlik
avuç içleri hariç gece karası bir zencinin
köle düşerken
gemiden annesine son bakışı 

afrikayım
afrikasın
ama bu değil ki malatya inkarımdır


delik deşik oldu şair
anlamadı başta askerler 
içinden fışkıran o hırçın suyu
ne bilsinler içinde ki nehri de vurduklarını

merdivenlerden iniyordum 
ama görecelilikte bir bulmacayım
indiğim kaçıyor benden
ben dünyanın bizi istemediği anları çok seviyorum 
istenilmediğim anları hep anlıyorum 
içimde ufak rüzgarlar esiyor
yedi milyarız 
yedi adet milyar
hepimizin hem fikir olduğu bir şey var
istenmemek, atmosferde ağlayan bir gök taşı kadar 
yer kaplar 
ceviz kabuğundan bozma ruhumuz da

-uyu artık ali-

ali kim ki
ali benim babam
ali benim oğlum
bir elmanın düşme ihtimali ali
atların evcilleşmeye karar verdiği o berbat çarşamba gecesidir
ali 
teslim olmaktır, teslim alanı hiç umursamadan 
hani şu idam mahkumlarının son isteğini soran bey baba
işte o değildir ali 

bugün cuma
yarın cumartesi. bu gayet doğru.
doğru olmak ne yorucu
günlerin sonu olmasa bile
düzenin kırılacağı ilk salı sonrası özgür günde 
isyan öneriyorum güzelim 
her gün sadece yürümemize engel olan her şeye 

***

sen dedim evlat 
baban ne iş yapıyor 
-tam zamanlı bir ölü
kadın bi başına oturuyordu
tabiki de sigara sarmayı biliyordu 
her yerinden kırılmış bir kaç insan
en ufak parçalarını bile aradım kara ormanın ardında ki dağlarda 
param parça olmuş bir bebek
sigarasını içiyor ihtiyar 
kabullenmek güzelim 
şu belimde on dört yıldır bir ağrı var 

şimdi ben ve mahalledeki çocuklar bir karar aldık 
bir daha suratlarımızı dağıtmayacağız 
benim ki hala kayıp
baksana 
ağzım yok
barbarlığım yok
her şeye evet der gibi bakan gözler ile 
zindanların önünden geçir beni
güzel şeyler söyleyebilmek istiyorum 
hüküm giymiş çocuklara 
istekleri ne olursa 

yolların bittiği yerde merdivenler başlıyor
iki yanım uçsuz bucaksız cellat ile dolu bir taşrada 
-ama bey abiler ben karanlıktan korkarım
diye ağlamak istiyorum 
ne yazıyordu Sezar’ın mezarında 
-nasıl olsa kimse bizi anlamayacak.
sahibinden az hasarlı boyası temiz imparatorluk 
uygun fiyatlara kendimi bile bırakıyorum
"bakma işte şöyle" dediğin an
başını çevirirken her şeyden bıkkın bir salkım söğüt ağacı gibi
özür dilerim. o an sana sarılıp
bin atom bombası gücünde yok olmak
güneşin önünü
görülecek bir şey kalmadı artık
diye kapatmak 
ah ulan. beni hiç istemiyorsun. 

sigara kırıldı
dedi ki atalay
"merak etme ben onun gönlünü alırım" 
bizim akan kanımızı ardımızdan etekleri ile silen kadınlarımız yok 
şu kırık gönlü
hangi marangoz peygamberler onaracak 



***

ceketim 

içimdeki labirentte kaybolmuş bir genç kız
uzatsam ellerimi, korkacaktır dünyadan 
korkar elimde kırıl kalmaktan 
oysa sadece gözlerimi örtmek istedim 

ah ceketim 

dünyanın en fakir topraklarına götür çingeneleri
sürgün olsun diye değil
kurtarmak için toprağı kederden 
dünyanın en fakir topraklarına dökülsün 
rakı

ceketim neredesin 

piyanonun siyah tuşlarından birini koydum bohçana
ve karşına çıkabilecek kuşlar için ekmek kırıntıları 
ihtiyacın olabilir 
sonsuz uzay ve gezegenler arasında 
yürümeye çıkıyorsun
at nebulasına dikkat et 
onun için bir şiir yazmıştım 
o ve bayan cica’nın yaşama dönme şansına 
onu da götür yanında 
namlularda yürüyeceksin
ve olmasın diye o güzel ayakların yanlış gerilmiş bir isa 
kaburgamdan yapacağım bir kayık 
hades’e akan güllü ırmaklarda süzülüp duracaksın 

ceketim, dur dinle beni. seni o parkta bırakmak istememiştim.

dökülmesi için ruhun bardağa 
dünya bir dizinin üstüne çöktü
döküldün gördüm
doldurdum seni
bardağa 
gördüm



devir almıyor motor, sanırım toprağın suratının bu çizgisi
aşılmaz olacak bize
şahidimdir üzerimde ki gök kubbe 
ben artık sizinle anı uzay zaman eğrisinde değilim 

aç dünya çocuklarına bölünmüş bir ekmek gibi parçalanırken
uzaya fırlatılan roketler 
ben de yürüyorum şu eski patikadan 

sanırım sıkıştım kaldım üç dakika içine 
her şey basa sarıyor
her şey
size söyleyebileceklerim ancak bu kadar eder
emekli albay ve kancık tüccarlar 
bu kadar 

benden
bu kadar. 

2 Temmuz 2014 Çarşamba

-Ruhi-



“daha önce musa’nın öldüğü yere hiç gitmedim”

Bir şehri ne zaman özler insan? Bir şehri ne zaman unutur? ne zaman alışır bir şehre?  Ne zaman nefret eder? Hangi şehrin hangi yerin de hangi insanın yanın da kaç kere tekrarladım bunları ve  ne zaman tekrarlasam korktum, her korktuğum da başka bir şehir de açtım gözümü, kavafis’in o dizeleriyle karşılaşmaktan, başka bir şehir bulamamaktan, yenilmekten, yenilmiş bir adam gibi görünmekten korktum.

ne zaman korksam başka bir şehre gittim. başka bir adam oldum.kimseye hikayemden bahsetmedim ilk ne için çıkmıştım o şehirden üniversite’mi? yaşım kaçtı 20. ya musa? musa nerdeydi? neresindeydi bunca hikayenin? en başında mı? Sahiden musa var mıydı? yok muydu? musa kimdi? musa yı unutabilir miydim? Görmeye cesaretim var mıydı? ölmüş müydü? ne zaman ölmüştü?

aynadan dönen suret gibiydi musa, ona baktıkça kendimi görürdüm.yedi yaşındaydım omzu omzuma değmişti. aynı okul da aynı sıradaydık. ben susardım, o konuşurdu. o düşünürdü, ben yapardım o varken ne bir eksik ne bir fazla. Peki ya şimdi? Şimdi burada bilmem kaçıncı şehir musa dan sonra… bilmem kaçıncı ay musa sız… şimdi tamda burada kim ne kadar eksik? musa  dost… musa kardeş… yar yanağından gayrı  ne varsa  paylaşmıştık musa’yla suçu, dayağı, tütünü, topu, yatağı, oyunu, her şeyi musa’yı  nerden anlatmaya  başlasam hikaye hep bir eksik…  musa koca çocuk…musa öyle kolay anlatılır mı? musa sığar mı ki kağıda?

18 de liseyi bitirdik 19 da aynı dershanenin aynı sırasındaydık yine, 20 de ben gittim üniversiteye, 21 in de o 6 ay sonra ölüm haberi geldi. cenazesine gitmedim korktum. haberden sonra 3 ay kendime gelemedim ölsün istemedim ben yaşadıkça yaşasın istedim eskisi gibi olsun istedim. her arada kaldığım da ona sordum. onun gibi düşündüm. sonra onun gibi düşünen beynimle tartıştım, tıpkı hayattaymış gibi. hiçbir kavga ya onunla sırt sırta verdiğim gibi girmedim, hayatıma giren hiç kimseye ondan bahsetmedim, onun la olan bütün hayatımı dondurdum o mahalleye bir daha uğramadım geçip gidemedim o sokaklarda onsuz aileme ailesine bütün geçmişime bir daha dokunmadım onu tekrar öldürürler diye tekrar öldüğünü duyarsam dayanamam diye korktum.

adım ruhi,  hikayemi anlatmayacağım –ki tek başına pekte matah sayılmaz ama insanlar musa’yı bilsin istedim. adımı dedem koymuş doğduğum da. ne anlama geldiğini ben bile unuttum.  şimdi burada bu adanın tam ortasın da musa yla aramız da sadece bir deniz varken  ruhi ne diye sorsanız arafta ki derim.

adım ruhi, bunun ne önemi var bilmiyorum. bugün tam 12 sene oldu. 12 sene ye onlarca hikaye sığdırdım ama bir tek musa’yı içime sığdıramadım. adım ruhi onca zamandır kimseye çarpmadan geçiyorum aranızdan, 12 senedir yemek tuzsuz, 12 senedir çay bayat ve 12 senedir bir serçe konmadı camıma.

adım ruhi, ve ben musa değilim.

musa’nın öldüğü gün en sevdiğim şehri en sevdiğim adama bıraktım insanlar adına gitmek dediler

30 Haziran 2014 Pazartesi

Zihinsel Fışkırtılar - 3

Herkes birbirini sikmek istiyordu. Kadınlar erkekleri, erkekler kadınları, erkekler erkekleri, kadınlar kadınları… Tüm yaşamımız birbirimizi sikmek üzerine kuruluydu. Bense dünyayı sikmek istiyordum. Bu harikulade gezegeni. Bu müthiş canlı organizmayı. İki elimi hafif şişkin olan ekvatoruna koymak, ve hafif basık olan kutuplarına bedenimi dayayarak sikmek istiyordum Dünya’yı. Ona doggy yapmak istiyordum. Tek bir loptan oluşan bir göt olarak düşünüyordum bu gezegeni ve şüphesiz ki her erkek biraz götçüydü. Dünya kesinlikle bir göt olmalıydı. Çünkü içinde bu kadar bok barındırmasının başka hiçbir açıklaması olamazdı. Dünya üzerinde bir delik açıp korunmadan sikmek istiyordum onu. “Ben korunmam ve cüzdanında prezervatif taşıyan adamlardan değilim” dediğimde yataktan kalkan kadınlar gibi, sonsuz boşlukta boğazına sarılıp tekrar yatağa atmak istiyordum –ve içine boşalmak. Dünya’ya kendimden bir şeyler katmak istiyordum kısaca. Tanrı’yı da aramıza alıp üçlü yapmak istiyordum. Baba-oğul-kutsal ruh olarak ensestin dibine vurmak istiyordum. Hangimizin baba, hangimizin oğul, hangimizin kutsal ruh olduğu önemsizdi. Her şey önemsizdi, tek istediğim Tanrı’nın ağzına vermek ve tüm kutsal menimi yutmasını sağlamaktı. Hepsini istiyordum. Her şeyi. Tüm bunları istiyordum. Bir bir ve de aynı anda…

İstiyordum. Ama vakit çok geçti.
- Kadıköy’de bir çatı katı
30 Haziran 2014 / Bir Üstüngel Arı
***

Sen

Tahta penceremden dikizliyorum hayatı güneşsiz günlerde
Evden hiç çıkmadan.
Bir bir geçiyor herkes sokağımdan,
Kalabalıkları daha da kalabalıklaştırmak için.
Koşar adımlarla yok oluyorlar gözden
Bir köşede sensizlikle boğuşuyorum ben de akşama kadar.
Her defasında yüzüstü kapaklanıyorum düşlerime.
Faili meçhul bir halde.
Ölü uyanıyorum sabahlara.

Sen..
Sen derin mavi ayazların serin suları,
Sen yeşil gökyüzünün bize yağdırdığı.
Bütün umutların anavatanı
Zamanın aydınlığı..

27 Haziran 2014 Cuma

Kanser

Normal bir gündü, en azından ben öyle hissetmek istiyordum.Kapı çalana kadar keyfim yerinde sayılırdı, kimdi bu ve neden gelmişti ki ?
Kapıyı açtım, karşımda apartmanın merdivenlerini silen teyze duruyordu.
-Su verir misin oğlum
-Tabii ki bir dakika
Etrafı silmek için eğildi.Tam o sırada memelerine baktım bende.Hiçbir beklentim yoktu ama baktım,çünkü bakmak zorundaydım.Sağ göğsünden bir sıvı akıyordu ve belirgindi.O an birşey sormadan kapıyı kapattım, hem ne sorabilirdim ki.

Aynı gün binaya girip çıkarken etrafdakilerin sohbetine kulağım takıldı.Kansermiş o kandın.Kanser! O sikik merdiveleri silecek kadar kanser.Ve haftada dört beş bina temizleyecek o kanser.

Yöneticinin verdiği üç beş kuruştan kanser,kocası çalışmayıp oğlu okumadığından kanser,erken yaşta evlenip hiç sevilmediğinden belki de bazı geceler aç uyuyup aynı yemeği dört öğün yediğinden.Kemoterapiye yürüyerek gittiğinden.Parasızlığın insanı o denli düşürdüğünden.Veznedeki memurdan ve komşularının acıyan bakışlarından,erken yaşta kaybettiği hayatından.Kış cabuk bitsin diye dualar ettiğinden,odunları kırıp taşıdığından,iki yıldır aynı ayakkabıyı giydiğinden, ev sahibinin evimi çabuk boşaltın dediğinden, çevresinde ki herkesten kanser.

26 Haziran 2014 Perşembe

beylikdüzü (ruhi)

...seni bir semt kadar sevmiştim…bir semti sever gibi…tribünden bir semte bakar gibi bakmıştım sana…oysa sen ne demiştin “siktir lan kim sever beylikdüzü’nü” işte o anda yani tam o anda saat 23.15’te pasajın orada ki köşeden kırmızı magirus'la selim döndü ve kolonlarda bangır bangır “nerden baksan tutarsızlık nerden baksan ahmakça” diye sesleniyordu ahmet kaya …(ve ben önce az önce bana söven yasemin'e sonra sabah ki kuponu 4.ayakta yatıran halis karataş'a daha sonra imla kurallarını bilmediğimden yine kazanamadığım öss'ye daha sonra magirustan inmekte olan selim'e ve daha kimler kimlere tatlı tatlı tatlandırıcı laflar ediyordum. )hem afili dergi izdiham'ın dediği gibi "küfür serserinin sadakasıdır"

(spoiler)“beylikdüzü istanbul il sınırları içinde bulunan güzide bir ilçemizdir.bitki örtüsü binalardan oluşan bu semtimiz grilik bakımından ankara’yı  andırsa da istanbul’dadır. beylikdüzü’nün tarihi m.ö. (metrobüsten önce) ve m.s. (metrobüsten sonra)  olmak üzere ikiye ayrılır. bağzı kendini bilmez muavinler otobüslerine adam toplamak için hala istanbul diye çığırtkanlık yapsa da siz o densizlere kanmayın orası zaten istanbuldur.(yersen)”

"seloo bağlasan bir sigara aslan" "şlaaak(buraya görsel gelecek)hadi başka kapıya" "yaaa sikicem hadi be oğlum zaten fitilim kıtipiyozluk yapma sende hatta bi jantilik yapta iki çay söyle köşeden"....

bazen kendimi yozgattan ldp ye çıkan tek oy gibi hissediyorum

24 Haziran 2014 Salı

Kulübe No.3: Chopin...

Şayet bir yolculukta büyük bir ormanın ortasındaki bir açıklığa kurulmuş, her birinin bir besteci adını taşıdığı kulübelerde kalınan, bin kişiye yakın bir konser çadırında çoluk, çocuk, gençten oluşan bir senfoni orkestrasının her gün iki posta çalıştığı bir kamptan bahsedilirse, burada yolculuğun ana maksadının eğitim olduğu ortadadır… Yalnız, bu ormanın içine kurulu kampta bir tane piyano vardır sadece ve o da yemeklerin yendiği mekandadır. Yirmiden fazla piyano öğrencisinin diğer kamp öğrencilerinden farkını kampın kapanış günü eğitmen S.M.M açıkça şöyle ifade etmiştir: “Kampta piyano olmadığı için öğrencilerimiz her gün üç kilometrelik patikadan kasabadaki okula gittiler ve döndüler. Hem de günde iki kere. Dolayısıyla piyano öğrencilerimiz toplam kamp süresince yüz yirmi kilometre yol yürüdü.” Yürümeye tabii ki değer çünkü öyle bir patikadan kasabaya ulaşılır ki bu patika kuşkusuz boşboğazlıkla zedelenmeyen bir yürüyüş anlayışına sahip öğrenciler tarafından kat edilir. Hele ki ulaşılan kasaba (bu arada mekan Çek Cumhuriyeti’nde Horni Jeleni isimli bir kasabadır) hakikaten de Croach End’e benzer. Beyaz ahşap evlerden günün hangi saatinde geçilirse geçilsin, sadece arada evlerin bahçesinde bekleyen bir iki köpeğin saldırgan havlamaları dışında bir çıt çıkmaz. Kimse ürpermez de çünkü realitenin koruyucu kalkanı durur: Mesela yirmiden fazla çocuk on küsur kadar yetişkin eşliğinde giderler kasabadaki okula. Kasabadaki okul bir konservatuar değildir ama her sınıfında bir piyano mevcuttur. Daha geniş sınıflarda ise kuyruklu piyanolar durur. Muhtemelen okulların tatil olduğu o yaz mevsiminde kasabaya yoğun bir gürültü saldıklarını düşünmelerine rağmen, öğrenciler daha o yaşta adeta piyano virtüözü oldukları için bu gürültüyü rahatsızlık babında ele almak yanlış olur.

-*-

Sondan bir iki önceki gece gerçekten de korkunçtur. Gece gece ormanın içinde kaybolmacalı, ebelemece gibi bir oyun oynatırlar ve bu oyunun kurallarını anlamak mümkün değildir. Biri kampa nispeten yakın bir yerlerde ''ağaçların arasında oturur beklerim'' diye düşünür ve ''oyundan muaf tutulurum'' umuduyla oturur ağacın dibine ve bekler… Gerçekten başka da bir şey olmaz ama enstantaneleri vardır bu oyunun: İki takım ormanın içinde farklı yerlerde kaybolurlar. Altında beklenilen ağacın arkasındaki çalılardan gelen nispeten daha küçük iki çocuğun sanki yıllar önce ormanda kaybolmuş da hayaletleri ya da kendileri bir şekilde hala ormanda duyuluyormuş, görülüyormuş ve de en korkuncu hissediliyormuş gibi kıkırdamaları bir an önce ebelenip kampa geri götürülme isteğini körükler. İki oyuncu oturup beklenilen ağacın arkasındaki çalılarda rakip takımdan saklanırsa, birilerinin dilinin tutulmasına ramak kalmışken yapılması gereken tek şey, karşı takımın oyuncusunun (hangi takımda olunduğunun bile anlaşılamadığı bir oyundur da) sizi gururla ebeleyip büyüklük taslamasına göz yummaktır. Ama ek olarak sizin de bir miktar yakalanmaktan ötürü üzülmüş numarası yapmanız gerekir ki sonra sizi hayat boyu mütevazı birisi olarak anarlar… Siz kolunuzdan tutulup kampa geri götürülürken, oyundan sonra ikram edilecek yemeklere ve kamp ateşine duacısınızdır.

-*-

Çünkü evini, yurdunu da özler insan bir o kadar ve o on günün sonunda dudak uçuklatan -öyle böyle değil- bir telefon faturası gelir.