Sayfalar

2 Ağustos 2010 Pazartesi

tırt öyküler serisi no.1

kaldırımlar tekrar boyanıyor.yeşilin tonunu yine tutturamamışlar.sahi renkleri kim seçer? bana asla sorulmadı .şu kalabalığa bak.sıcağı ne kadar da çok seviyorlar.sanırım güneşe tapınmaları  eski mısırdan kalma bir alışkanlık.haksız sayılmazlar.ne de olsa üçbin yıl boyunca güneşe taptılar.evet.evrimin silemediği izler hala var.neyse.dikkatimi toparlamalıyım.otobüsü kaçırmak istemiyorum.manhattanda da birtakım işleri halletmek için çarşıya gidiliyor mu acaba? klimalı bir cipin içinde olmayı yeğlerdim gerçi.benim gibilerin hiç cipi olmuş mudur?cip alsalar bu bir ihanet olur muydu? kompradorlaşma süreci ciple mi başlar? kropotkin kırkaltı derecede halk otobüsü bekleyeceği bir zaman diliminde yaşasaydı aile mirasını reddetmezdi.birini seçmem gerek.halk otobüsü.halkın otobüsleri.çok devrimci bir tanımlama gibi geliyor önce. seçmem gerek ama çoktan seçmeli bir durumum yok.elim cebime mecburiyetimden uzanıyor.manyetik kartımı tefekkürle kavrıyorum.birlirayetmişkuruşluk seçimim beni hem pis kompradorlardan hemde yüzmilyor liralık bir borçtan kurtarıyor.ulan varya.ben bu çakallıkla sistemin ağına düşmem.yolculuğum çetin ve zorlu.kafkaesk ve arabesk.tek eşi kaybolmuş çoraplarımı arıyorum.hayır.tek eşi kaybolmuş çoraplarım zaten çekmecemde.tek eşi kaybolmuş çoraplarımın kaybolan eşlerini arıyorum.tabi bu geçici bir iş.gerçek bir iş bulana kadar.yalan söyledim.gerçek bir işim var ama memnun değilim.

otobüste dostum halid in valid (ona böyle seslenmemi ister) ile karşılaşıyorum. “vay halid attan inip halk otobüsüne binilir mi” diyorum.mahçup oluyor.üzerine fazla varmıyorum. yüzündeki ifadeyle zihnimdeki koyu muhabbete girmeye çalıştığını anlıyorum.konuşmaya başlamadan önce hep boğazını temizler.”halid” diyorum “çok iyi para kazansam acaba vazgeçer miyim? mojitoya değilde molotofa meylim fakirlikten midir? halbuki her ikiside kokteyldir”. “hayır” diyor “insan kesesindeki denara aldırmadan inandığı şeyler için savaşır elbet”, “halid” diyorum “malım mülküm olsa koyverecekmişim gibi geliyor.zamanla inancım azalacakmış gibi geliyor”. “zamanla azalan tek şey kurşunkalemdir” diyor büyük kumandan “ulan halid la ilahe” diyorum. halid şaşırıyor.“şaşırma olum gerisi yok,sadece la ilahe” diyorum.sırıtıyor.gülüşüyoruz.eski moda şapkasına rağmen iyi adamdır halid.aynı dilde selamlaşıyoruz.durakta iniyorum.
vitrininde birkaç orjinal cd, ikinci el cep telefonları ve bilumum aksesuar bulunan dükkan dikkatimi çekiyor.yoldaşlar mobile ve music center.içerideki üç kişi etrafa yaydıkları karbonmonoksit yüklü dumanın hararetinde tartışmakta. “gençler” diyorum.içeri girdiğimi ses dalgalarım sayesinde farkediyorlar. “dede efendinin yeni cdsi geldi mi?” .üçüde kafalarını aynı yöne çevirip uzaklara bakıyor.”bizde sadece devrim marşları bulunur” diyor keçi sakal.yalancılar ve küçük burjuvalar.arkaplan kızıllaşmaya başlayınca usul usul uzaklaşıyorum.

karnım aç.yeni açılan kır pidecisi ve iğreti afişleri.şu şarapçı tipli garson siparişlerimi alırken düşünceli gözüküyor.iki patatesli söylüyorum.ardından garsonun hem patron hem aşçı hem de kasiyer olduğunu farkediyorum.sadece sahibinin çalıştığı işletmelerden her zaman şüphe etmişimdir. karbonhidrat ve nişasta mikrodalga fırında ısıtılıp önüme getiriliyor.”abi” diyor patron çatalımı uzatırken “sana birkaç kart versem de eşe dosta dağıtsan.malum yeni açıldık.kabul edersen ayranın benden”.çakal.kabul ediyorum.beleş ayran.kartvizitleri çıktıktan sonra çöpe atmam etik olarak doğru değil.göt cebinde yoğrularak eğrileşmiş deri cüzdanından bir tomar kağıt çıkartmaya çalışıyor garson.başarısız hamlesini müteakip masaya seriliyor hepsi. bonaparté faizsiz bankacılık. samsa haşere ilaçlama.orta asya evden eve nakliyat.sonunda. “galaksinin sonundaki kır pidecisi”.şark kurnazlığıyla uzatıyor. “çok iyi düşünmüşsün” diyorum.

saçlarımı kestirmem lazım.her zamanki gibi posbıyığa gidiyorum.bu sefer kararlıyım.üç numara saçlarımla bumbastik karizma halimi düşlüyorum.benim kız hayran olucak lan.suratında falçata yarası gibi duran gülümsemesiyle ”hoşgeldin abi” diyor posbıyık.”hoşbulduk nihilist berber” diyorum.”abi şöyle konuşma esnaf içinde adım çıktı” diyor.”ne var lan çıktıysa çıktı kes bakalım üç nümero hatunun aklını alıcam” diyorum “ oo abi hayırlı olsun yeni manita mı yaptın” diyor posbıyık. “aslında hatuna tam açıldım sayılmaz ama yengen olması an meselesi” diyorum ve ekliyorum “ama birgün bitecek olması beni başlamaktan alıkoyuyor”. “ne yani abi gemi batıyor diye filmi izlemeyecek miyiz? herşey nasıl başladıysa öyle de bitebilir” diyor posbıyık.bu laflarına bir anlam veremiyorum.her paragrafında mutlaka manasız birkaç cümle var. “akıllı ol olum bak metaforlarına kızı katma.yine de yengen sayılır” diyorum.posbıyık elindeki aleti kapatıp “tamam abi sıhhatler olsun” diyor. aynaya bakıyorum.hayalimdeki karizmam beni altı yaşıma götürüyor.kafamın şambrelimsi geometrisiyle tekrar yüz yüze kalıyorum.kulaklarım kepçe ve sümüğüm akıyor.yıllar insana karizma kazandırmıyormuş demek ki.kendi tipimi kendime yediremiyorum. “ulan naptın” diyorum hiddetle. “abi kes dedin kestim gayet iyi oldu bence” diyor posbıyık. “peki ben aynaya baktığımda niye öyle düşünmüyorum?” diyerek retorik sorumu gümbürtediyorum.posbıyık açıklıyor “abi aynaya bakmıyacaksın, boşluğa bakıcaksın boşlukta sana geri bakacak”. duraksıyorum.boşluğa bakıyorum.boşluğa bakıyorum ama boşluk bana bakmıyor.posbıyık sırıtıyor.hayınsın niçe.zalımsın niçe.sinirleniyorum.gölgelerin gücü adına girişiyorum.

acildeki sedyeler çok rahatsız.yediğim dayağın etkisi henüz taze.yüzümdeki kaslar bağımsız olmak istiyor.hemşire acıyarak gülümsüyor.doktor steteskopuyla yaklaşıyor.
”doktor söyle bana ne kadar ömrüm kaldı?”
“beş”
”beş ne doktor beş hafta mı beş ay mı beş yıl mı?”
“dört”
“üç”
“iki”
“bir”.