Sayfalar

21 Mayıs 2015 Perşembe

Ay Tanrıçası

Bir çobansın sen. Ay Tanrıçası, onu üzmene rağmen... bu denli aşık sana…
               
Bardağına çay yapraklarını hazırlar. İşte böyle bir Ay aşık sana onun bahçesinde çürürken. Onu keyifle okusan halbuki, gece ve gündüz durmadan oku onu...
               
Koyunlar… Nerede ıstırap çeksen oradalar. Ürününü yerler. Yünlerini verirler sevinçle. Ay Tanrıçası… O da sana tuzunu feda eder. Ve tüm mühürler... kuzeyde gömülü bir hazineye vurulur. Ne şanslı bu hazinenin sessizlik olduğunu fark eden... Gizem ve sihir, tek tacı Doğaya takar. Şimdi, tüm huzur onu bulabilende… Hele bir bak, gör ve seyret!

Ay TanrıçasıÇocuğum” der:

Ne kadar da zor… Bir günahkar neyin yanlış olduğunu iyi bilir. Ama sen değilsin ki bir günahkar… Ve Yüzyıllar... ne kadar da güçlü olduğumuzun kanıtı. Şimdi, geçmiş ve gelecek arasında nasıl da sıkışıp kaldık. Sıkıntılarımız dünyevi bir cennetin hayata kavuşması için gerekli…
               
Çocuğum, sana diğer yüzümü gösteremediğim için mi bu kadar kibirlisin? Otlattığın koyunlar benden daha mı beyaz? Ya yün?... ya tuz?... Bir kaldır kafanı da bak bana. Hele bir bak, sonra gör ve seyret! Ay Tanrıçası, onu üzmene rağmen bu denli aşık sana…

Ansızın çöken gecenin içinde şükreder çoban. Sofrası bereketli, dolu. Yine de bitmez çilesi.

Çoban: “Şu üzgün koyunları bana sen yolladın. Onlar benden daha mutlular yağmur yağdığında… Fırtınalar hız kazandıkça... bu mutluluk katlanır. Şimdi, bir anda gözbebeklerimden nasıl da fırlar bu şükürler? Sana bakamam ben, çekinirim...

Sabahın ilk ışıkları vurur yüzüme. Günahı ve acıyı iğdiş etmeliyim ki şu inlemelerim bir dinsin.

Kılıçla, bıçak bahçemde parıldasın, gümüş mesafeler adım adım şu dağdan insin.

Ay Tanrıçası: “ Hele bir bak da gör... ve seyret! Bastıracak hakkın yok bu duyguyu. Utanç mı bu?... Hele bir bak bana. Melodinle gel. Burada müzik ve ninniler bekler seni.

6 Mayıs 2015 Çarşamba

Kalbimin dağları

Uygun anı beklemekle geçiyor hayat.İnsan,zamanla pusuda avını bekleyen canavara dönüşüyor.Her şeyden vazgeçe vazgeçe bir başkasına dönüştüğüne haberi olmuyor kimsenin.Haberi olmuyor ki uzun bir süre görülmeyen herkes birden bire sen ne kadar zayıflamışsın,ne kadar değişmişsin gibi safsatalardan bahsediyor.Kendi yokken neler yaşamışsın hiç umrumda olmuyor,herkes herkesi bıraktığı gibi bulmak istiyor.Ben de bu yüzden bu yağmurlu günde kapındayım,tekrar aynı cümleleri kurma konusunda tedirginim biraz.Onun için gidip biraz içki içtim,merdivenleri çıkarken bile provalar yaptım.Repliklerimi bir bir ezberledim ama sen kapıyı açınca sıfırlandı birden her şey.Hiç konuşmadan birbirimize baktık otuz saniye kadar,sen titreyen sesinle hoş geldin dedin,ben vücuduma ağır gelen bedenimle hoş bulduk dedim.Pek hazırlanmamıştım sanırım ,sen kahve yapmaya giderken tekrar konuşmamı gözden geçirdim.Şimdi ise dönüşü olmayan yollara girmekten korkuyorum,hayat akıp giderken gerçek olmayan her şeyin bana halüsinasif hayaller yaşatmasından.Aslında gerçek olan her şeyi kaybetmekten korkuyorum.Bir anlık gafletle edilen sözlerden sonra giden herkesin,ani gelişi karşısındaki dağınıtlığımdan korkuyorum.Toparlanması zor olan geçmiş günleri tekrarlamak istemiyorum.

Kahveleri getirip sigara uzattığında hala aynı sigarayı içiyor olmana bile sevindim.Sanki ilk defa geliyormuşum gibi baktım salona meraklı gözlerle,duvarda hala benim astığım saat duruyordu.O ara gereksiz sohbetler ettik,ta ki sen ben nişanlandım diyene kadar.Bir süre belli etmemeye çalıştım ama sen ardarda içilen üçüncü sigarada anlamıştın bir terslik olduğu.Sen belki de bana gözlerinle neden bu kadar geç kaldın demiştin,cevap verememiştim ben.Gitmem lazım deyip erkenden kalkmıştım.Halbu ki ben o akşam İstanbula temelli dönmüştüm.Bir süre kalıp tekrar gittim ama.Bu mektubu da şimdi yazmadım zaten uzun zamandır bu anı bekliyordum.O an içimden gelen seni seviyorum sözcüğü tüm bencilliğiyle bu güne kadar bekledi.Bir kere daha göremedim seni bir daha uygun anı bekleyemedim,insan tuhaf meselelerin peşine düşüyor böyle zamanlarda.Dinamitle patlatılan bir bina gibi yıkılıyor hayalleri, enkaz altında kalan yakınlarını arıyor yüreğinde.Hala bulamasa da.

4 Mayıs 2015 Pazartesi

fil'in unuttukları

tuhaf küllükler var bir de okunacak duvar yazıları,
unutmaya başladım artık 1960'ları. 
şimdi birkaç uzun namlulu silahı birleştirerek adını yazacağım,
kapının önüne, sokağına, semtine; tüm arkadaşlarım 
iki gün kan ağlayacak, ben ağlatacağım.
pencereden 
plakaları, istasyonları, tabelaları say.
geçtiğin tüm şehirlerin nüfuslarını topla, 
bana böl kendinle çarp. 
ırmaklarla ayrılan ülke sınırlarını bilmiyorum fakat
tel örgüler artık elektrik taşıyor;
inanacak gücüm yok, sevgilim yarın da yaşayacak.
önümde uzun ipler var, korkmuyorum
önümüzde uzun saçlar ki sevmiyorum.
oturup dinlenmeyacek kadar tiz bir şarkısın sen;
dünyanın tüm ses mühendisleri birleşin diyorum.
gitme diye ayakkabılarını çöpe atıyorum;
tüm toplu taşıma araçlarını yakıyorum.

bundan sonra bana deniz yoluyla gelmeni istemiyorum
bu mumu ışık için değil, tüketmek için yakıyorum
şişeler ve mahçubiyetlerine hatta
camlarına, bir de yarısaydam kalbine
çünkü oradan geçicem 
mavin mi gök gözlerin mi?
bu iki olsun elbette tektir bir önceki
zaten hangi araba benzinin yanına biraz ekmek ister,
hangi kuş biraz daha ortadoğu

herkes istikrarlı bir program sonucunda zayıflar,
benim burada bir işim yok, senin var
kahvaltı hazırlayacaksın hem de tüm kıta doyana kadar.
bana ayakları yere basan cümleler kur bir şeyler söyle, 
çay oldu kalk de, 
akşam makarna mı yesek de,
ayakkabılarını içeri alsana de 

hadi biraz pratik.