Uykumun en
güzel yerindeyim.
Uzun yıllar
çok erken uyandım ve artık emekli olduğum için, uykunun en güzel kısmının yıllarca
uyandığım saatte yaşandığını biliyorum.
Uyuyorum. Öyle
güzel bir düş falan görmüyorum. Sadece tembellik var.
Bir anda -dediğim
gibi uykumun en güzel yerinde- kuyruğunu suya o kadar sert vuruyor ki, küvezinin
içindeki suyun neredeyse yarısı yatağıma sıçrıyor.
Gözlerimi
açıyorum. Gülümseyerek yüzüme sıçrayan su damlacıklarını siliyorum. Yan
tarafıma, cam küvezinin olduğu yere dönüyorum. Ve onunla olduğum için bir kere
daha şükrediyorum.
Hayatımın neredeyse tamamı askerde geçti. Askeri okullar, kışlalar, operasyonlar. Sonunda sol kolumu kaybettim. Emekli oldum. Daha doğrusu, ben her ne kadar çok sevdiğimi, devam edebileceğimi söylesem de onlar öyle istedikleri için emekli oldum.
Hayatımın neredeyse tamamı askerde geçti. Askeri okullar, kışlalar, operasyonlar. Sonunda sol kolumu kaybettim. Emekli oldum. Daha doğrusu, ben her ne kadar çok sevdiğimi, devam edebileceğimi söylesem de onlar öyle istedikleri için emekli oldum.
Sol kolumla
birlikte emeklilik belgelerimi de gömdüm toprağa.
Emeklilik param
ile bir rehineci dükkanı açtım.
Kendime bir
depo tuttum, ucuz askeri raflar ile doldurdum. Ön tarafa, bankalardaki
vezneleri hatırlatan bir bölme yaptırdım.
Soygun ve yangın riskine karşı en hassas alarmlardan kurdurup, veznenin
etrafını kurşun geçirmez camlarla kaplattım.
İnternet
üzerinden ilk reklamımı verdim;
‘Künye
Rehinci dükkanında kıymetli eşyalarınızı teminat olarak rehin bırakıp, borç
alabilirsiniz. Birkaç dakika içerisinde elinize nakit para geçiyor. Hızlı ve
formalitesiz’
Son
yaptığım sayımda hatırladığım kadarıyla yüz parçanın üzerinde rehin eşya vardı.
Ama
onu görüp, sonsuza kadar onunla olmak istediğimi anladıktan sonra -ki bu kararı
vermem ortalama bir dakika sürmüştü- herşeyi bırakmaya karar verdim.
Hiç
evlenmedim.
Yataktan
kalkıp, mutfağa gittim. Kahve makinasının tuşuna basıp, buzdolabını açtım. Hala
ne yediğini anlayamadığım için dolabı bir sürü farklı şey ile doldurmuştum.
Dolaptan biraz yeşillik ve balık çıkarttım. Kasenin içinde ezip, bulamaç haline
getirdim.
Kahvemi
ve onun için hazırladığım bulamaçı alıp, odaya döndüm.
Rehinci
dükkanı işi ilk başta riskli gibi görünüyordu. Ama tek kolu olmayan, 30’larının
sonunda olmasına rağmen oldukça yaşlı ve
korkutucu görünen ben, herkesin kolayca rahatsız
edebileceği bir adam değildim.
İlk
iki yıl, ufak devlet tacizleri, haraç bağlamaya çalışan yeni yetme mafyaların
ve herşeylerini kaybetmiş başarısız adamların göz korkutmak için yaptıkları
blöfler dışında neredeyse sorunsuz geçti.
Önce
küçük küçük verdiğim borçlar, işlerin yolunda gitmesiyle büyük paralara
dönüştü. İyi kazanıyordum fakat dikkat çekmemek için hayatımı değiştirmedim. Ne
kadar çok yeni ve gösterişli şey, o kadar gözleri dikerdi üstüne.
Hala sol kolum yoktu.
Hala sol kolum yoktu.
Odaya
girdim. Beni görünce güçlükle kuyruğunu oynattı. Gülümsedim. Dükkanıma bırakılan
tablolardan biri geldi aklıma, onun gibi bir sürü denizkızı bir geminin
etrafını sarmışlardı. Gemideki denizcilerde hem korkarak, hem de hayranlık ile
onlara bakıyorlardı.
Ve şu
anda o tablodakilerin hepsinden daha güzel bir denizkızı, odamın ortasında bir
cam küvezin içinde yatmaktaydı.
Ne iş
yaparsanız yapın, ki yıllarca askerlik ve son üç yıldır rehinci dükkanı sahibi
biri olarak söylüyorum, bir yerden sonra sıkılıyorsunuz.
Sıkıldığım ve fazlasıyla yağmurlu bir sabah dükkanımı açtım. O gün sayım yapacağım için kepenkleri içerden kapatıp, sayıma başladım.
Sıkıldığım ve fazlasıyla yağmurlu bir sabah dükkanımı açtım. O gün sayım yapacağım için kepenkleri içerden kapatıp, sayıma başladım.
Öğlene
doğru dükkanın kepenki yumruklanmaya başladı.
Kepenkin
arasındaki boşluktan dışarı baktım. Yağan yağmur yüzünden sırılsıklam olmuş iki
kısa boylu ve çekik gözlü adam, anlamadığım bir dilde bağırıp, rakibini alaşağı
etmeye çalışan boksör gibi kepenki yumrukluyorlardı.
Yanlarında bir tabut duruyordu.
Kepenki kaldırdım. Hızlıca içeri girdiler. Bağırarak, sürekli arkalarını kontrol ederek, yanlarında getirdikleri tahta tabuta vurarak bana birşey anlatmaya çalışıyorlardı. Ben ise boş gözler ile adamları izliyordum.
Adamlardan biraz daha kısa boylu ve biraz daha çekik gözlü olanı bir süre sonra sakinleşerek cüzdanındaki paraları çıkartıp gösterdi.
Sadece eski, tahta bir tabut para etmezdi.
Tabutun içinde ne olduğunu görmem gerektiğini anlamaları için veznenin altındaki levyeyi alıp, dükkanımın ortasında duran tabuta yöneldim. Henüz sakinleşememiş olan diğer adam tabutun önüne atlayıp, beni engellemeye çalıştı.
Cam küveze elimi sokup, sırtından kaldırarak arkasına yaslanmasını sağladım. Hazırladığım bulamaçtan bir kaşık alıp, ona zarar vermemeye çalışarak dudaklarına götürdüm. Ağzını açmadı. Tadını alması için dudaklarına sürdüm. Zor açtığı gözleri ile nefretle baktı elimdeki bulamaça. Nefes alışverişi giderek daha da azalıyordu.
Tabutun içinde olanı görmeden, benden hiç birşey alamazlardı. Adamı kenara itirip, levyeyi tabutun kapağını arasına sokup, bütün gücümle asıldım. Tabutun kapağını tutan paslı çiviler dükkanın zeminine fırladı. Elimdeki levyeyi bırakıp, kapağı ittirdim.
Kasadaki bütün parayı adamlara verdim, dükkandan gönderip, kepenkleri kapattım. Sadece ona bakıyordum, o da tabutun içine saklanmış cam küvezin içinden gözleriyle beni takip ediyordu.
Tabutun kapağını kapatıp, zorlanarak da olsa dükkanın arka çıkışında duran kamyonetime tabutu yerleştirdim. Onunla olacaktım, sonsuza kadar. Ama bir iz kalmamalıydı. O adamlar, geri gelebilirlerdi, verdiğim para yetmeyebilirdi, onu benden geri almak isterlerse tek başıma yapabileceğim hiç birşey yoktu.
O gece hiç uyumadan gün doğana kadar onu izledim.
Ertesi sabah dükkanımı ateşe verdim. Asker künyemi içeride bıraktım. Yangın bütün binayı kapladı. Benimle birlikte binada yaşayan 7 kişi ve 4 çocukta feci şekilde yanarak can verdi.
Yanlarında bir tabut duruyordu.
Kepenki kaldırdım. Hızlıca içeri girdiler. Bağırarak, sürekli arkalarını kontrol ederek, yanlarında getirdikleri tahta tabuta vurarak bana birşey anlatmaya çalışıyorlardı. Ben ise boş gözler ile adamları izliyordum.
Adamlardan biraz daha kısa boylu ve biraz daha çekik gözlü olanı bir süre sonra sakinleşerek cüzdanındaki paraları çıkartıp gösterdi.
Sadece eski, tahta bir tabut para etmezdi.
Tabutun içinde ne olduğunu görmem gerektiğini anlamaları için veznenin altındaki levyeyi alıp, dükkanımın ortasında duran tabuta yöneldim. Henüz sakinleşememiş olan diğer adam tabutun önüne atlayıp, beni engellemeye çalıştı.
Cam küveze elimi sokup, sırtından kaldırarak arkasına yaslanmasını sağladım. Hazırladığım bulamaçtan bir kaşık alıp, ona zarar vermemeye çalışarak dudaklarına götürdüm. Ağzını açmadı. Tadını alması için dudaklarına sürdüm. Zor açtığı gözleri ile nefretle baktı elimdeki bulamaça. Nefes alışverişi giderek daha da azalıyordu.
Tabutun içinde olanı görmeden, benden hiç birşey alamazlardı. Adamı kenara itirip, levyeyi tabutun kapağını arasına sokup, bütün gücümle asıldım. Tabutun kapağını tutan paslı çiviler dükkanın zeminine fırladı. Elimdeki levyeyi bırakıp, kapağı ittirdim.
Kasadaki bütün parayı adamlara verdim, dükkandan gönderip, kepenkleri kapattım. Sadece ona bakıyordum, o da tabutun içine saklanmış cam küvezin içinden gözleriyle beni takip ediyordu.
Tabutun kapağını kapatıp, zorlanarak da olsa dükkanın arka çıkışında duran kamyonetime tabutu yerleştirdim. Onunla olacaktım, sonsuza kadar. Ama bir iz kalmamalıydı. O adamlar, geri gelebilirlerdi, verdiğim para yetmeyebilirdi, onu benden geri almak isterlerse tek başıma yapabileceğim hiç birşey yoktu.
O gece hiç uyumadan gün doğana kadar onu izledim.
Ertesi sabah dükkanımı ateşe verdim. Asker künyemi içeride bıraktım. Yangın bütün binayı kapladı. Benimle birlikte binada yaşayan 7 kişi ve 4 çocukta feci şekilde yanarak can verdi.
Dükkana
kurdurduğum alarmlarında dedikleri kadar hassas olmadığını o gün öğrenmiş
oldum.
Sebebini
çözemedikleri her yangına elektirik kaçağı dediklerini de.
Ve şu anda ölü bir adam ile ölmek üzere olan bir denizkızı aynı odadaydık. Ben onun için kendimi öldürmüştüm, onunsa beslenmesi gerekiyordu.
Ve şu anda ölü bir adam ile ölmek üzere olan bir denizkızı aynı odadaydık. Ben onun için kendimi öldürmüştüm, onunsa beslenmesi gerekiyordu.
Cam
küvezin yanında yatağıma oturmuş, günlerdir, belki de haftalardır yaptığım gibi
onu izliyordum.
Bir melodi duydum.
Son nefesiyle, bana sesleniyordu.
Cam küvezin yanında oturmuş, günlerdir, belki de haftalardır yaptığım gibi onu izliyordum ve ilk defa sesini duydum.
Beni yanına çağrıyordu. Bilmediğim bir dilde, bilmediğim ezgilerle söylediği bir ilahi ile.
Nakarat şöyleydi:
Kendini beslediğin şeyle, kendinle besle beni.
Bir melodi duydum.
Son nefesiyle, bana sesleniyordu.
Cam küvezin yanında oturmuş, günlerdir, belki de haftalardır yaptığım gibi onu izliyordum ve ilk defa sesini duydum.
Beni yanına çağrıyordu. Bilmediğim bir dilde, bilmediğim ezgilerle söylediği bir ilahi ile.
Nakarat şöyleydi:
Kendini beslediğin şeyle, kendinle besle beni.
Elbise
dolabımın çekmecelerini karıştırmaya başladım, sol kolumun yerinde olduğu
zamanlarda öldürdüğüm insanlardan hatıralar almak için kullandığım bıçağımı
aldım. Paslanmıştı ve eskisi kadar keskin olup olmadığını bilmiyordum.
Bıçağı kınından çıkarttım. Avucumun içine alıp, sıkmaya başladım. İlk kan damlası zemine düşerken, küvezinde o kadar hızlı hareket etti ki, bıçağı elimden düşürdüm.
Bıçağı kınından çıkarttım. Avucumun içine alıp, sıkmaya başladım. İlk kan damlası zemine düşerken, küvezinde o kadar hızlı hareket etti ki, bıçağı elimden düşürdüm.
Nakarat
şöyleydi:
Kendini beslediğin şeyle, kendinle besle beni.
Kendini beslediğin şeyle, kendinle besle beni.
Kanayan
avucumu küvezin içine soktuğumda, ilk defa öptü beni. Dudakları, dişleri, dili,
avucumlarımda akan kanın bir damlasını bile kaçırmamak için mücadele ediyordu.
Başım dönmeye başladı.
Kan kırmızı olmuş suyun içinden kafasını kaldırdı. Göz göze geldiğimizde, bütün yüzü kan içindeydi. Elleriyle yavaşca avucumu dudaklarından ayırdı son bir öpücük verip ve küvezin dışına bıraktı.
Doymuştu ve benim tek seferlik bir ziyafet olmamdansa sürekli bir atıştırmalık olmamı istediğini fark etmiştim.
Başım dönmeye başladı.
Kan kırmızı olmuş suyun içinden kafasını kaldırdı. Göz göze geldiğimizde, bütün yüzü kan içindeydi. Elleriyle yavaşca avucumu dudaklarından ayırdı son bir öpücük verip ve küvezin dışına bıraktı.
Doymuştu ve benim tek seferlik bir ziyafet olmamdansa sürekli bir atıştırmalık olmamı istediğini fark etmiştim.
Güzelliğini
sonsuza kadar izlemek istiyordum.
Herşeyin başı ‘empati’ idi.
Ve benim artık onu besleyebilmem için, kendimi beslemem gerekiyordu.
Bir damızlık gibi…
Herşeyin başı ‘empati’ idi.
Ve benim artık onu besleyebilmem için, kendimi beslemem gerekiyordu.
Bir damızlık gibi…
1 yorum:
Potansiyeli olan guzel bir hikaye. Heyecanla sonuna kadar okudum. Biraz daha betimlemeler ve dusuncelerle zenginlestirilmis sekilde yazilsaymis tadindan gecilmezmis! Deniz kizinin ölümcül guzelligi ve askerin bu ugurda canini vermeye hazir olmasi ve izini kaybettirmek icin masum insanlari öldürmekten cekinmemesi etkileyici. Üzerine gidilse felsefi bir açı bile yakalanabilir.
Aralarindaki iliskinin gelişimini biraz daha işleyebilirdi yazar, inandirici olmasi açısından.
Boyle fantastik bir hikayede deniz kizi gibi fantastik bir karakterin betimlemesini de yapmak gerekirdi. Nasil bir goruntusu var? Konusuyor mu? Ne hissediyor? Aralarindaki bag nasil olusuyor? vs
Ozetle, hikayeyi sevdim ama birseyler eksik kalmis...
Yorum Gönder