Sayfalar

14 Ekim 2013 Pazartesi

Ev Arkadaşım

Demir kapıyı büyük bir öfkeyle açıp eve girdim. Anahtarı girişteki kaseye, elimdeki kitapları da yere fırlattım. "Sikeyim ben böyle hocayı da okulu da dersi de!" diyerek kendimi salondaki tv koltuğuna bıraktım. Ben ağız dolusu söverken elinde sigarayla balkon kapısında belirdi. Sırıtmaya başladı. Hiçbirşeyi umursamaz gibiydi zaten hep. "Dünya yansa yorganı yok içinde" derler ya, aynen öyle. Bu hali beni bazen çileden çıkarıyordu ve seyrek kavgalarımızın sebebi de genelde bu oluyordu. "Hayırdır lan?" dedi gülerek. "Celallenmişin gene?" Öne doğru eğilerek "Ya bırak! Hoca takmış kafayı bana!" dedim. "Ağzımızla kuş tutsak faydası yok anasını satiim! Bittim ben, kalırım bu sene bak şuraya yazıyorum!" Ben aralıksız konuşurken o sakince sigarasını tüttürüyor ve pişmiş kelle gibi sırıtarak bana bakıyordu. "Kötüye bişi olmaz olum, dört ayağının üstüne düşersin yine sen." dedi sigarasını söndürürken. Kısa bir sessizlikten sonra gülmeye başladım. Önce bıyık altından, sonra kahkahalarla. O da güldü. Arkama yaslanıp ayaklarımı uzattım ve üç yıllık ev arkadaşımı izlemeye başladım. 

Karakterlerimiz taban tabana zıttı, -ben ne kadar kuralcıysam, Murat o kadar uçarıydı- fakat çok iyi anlaşıyorduk. Ailesi yoktu. Liseyi zar zor bitirmiş, üniversiteye gitmemişti. -Kendi deyişiyle, "mevcut eğitim sistemini reddediyor"du. Binbir türlü işe girip çıktıktan sonra kendi kendine grafik tasarım öğrenmiş ve şehirde bu alanda aranan birisi olmuştu. Home-office çalışıyordu. Bu iplemez halleri, bir Atlas gibi dünyanın bütün yükünü taşımaya hazır olan beni rahatlatıyordu. Sakinleştiriyordu. Tek bir kötü huyu vardı: Çok içiyor ve sarhoşken ne yaptığını, ne söylediğini bilmiyordu.

İkinci sigarayı da söndürdükten sonra mutfağa gitti. İki şişe soğuk birayla geri döndüğünde yüzünde nispeten ciddi bir ifade vardı. İlginç. Biraları sehpaya bırakırken boğazını temizledi. Karşımdaki koltuğa oturup biralardan birini açtı ve bana verdi. "Daha erken diil mi olum? İyice azıttın lan?" Şişesini benimkine dokundurdu. "Çek kardo çek, önemli bişey konuşmamız lazım." Bu cümleyi en son bir ay önce kumarda para kaybettiğinde duymuştum Murat'tan. Yoksa yine mi... Merakım her saniye daha da artıyordu. "Ben bir ölüyüm, ama sen bunu bilmiyosun." dedi en sonunda. "Daha doğrusu, hatırlamıyosun." "Ne ölüsü, ne diyosun aga sen?" dedim. Sırıttı. Ellerinin arasına aldığı kafasını kaşımaya başladı. Gergindi. Birasından büyük bir yudum alıp ayağa kalktı. Pencerenin önünde volta atarken "Bunu söylemezsem hem seni hem de kendimi kandırmış olurum." dedi. Durdu. "Ama, şunu bil ki, benim için hiç kolay değil." Soru dolu bakışlarıma aldırış etmeden yerine oturdu. Şişeyi bitirip bir sigara daha yaktı. Sigaradan yayılan duman yüzünün etrafında oynaşıyor ve ona daha esrarengiz bir hava veriyordu. "Herşey geçen ay zil zurna sarhoş olup elimdeki parayı kumarda kaybetmemle başladı. Ertesi gün sana anlattım. 5 Ekim Cuma, o günü hatırlıyosun di mi?" Başımı hızlıca evet anlamında salladım. Gülümsedi. " Anlattığımda ağzıma sıçmıştın." diye devam etti konuşmaya. "Nasıl sıçmayasın ki amına koyim! Faturalar birikmişti, aksi gibi de paraya sıkışmıştık o dönem. Umudumuz o gün müşteriden aldığım paraydı. Ama ben aynı akşam..." "Ne diyosun oğlum sen?" diye kestim sözünü. "Geçti bitti, nolmuş ki o güne?" Öne eğildi. Yüzüne ciddi bir ifade yerleştirip "İşte o gün kanka..." dedi. "O gün sen beni öldürdün."

Güldüm. Onun gülmediğini görünce durdum. "Trip mi atıyosun olum bana?" "Hayır kanka, ciddiyim." dedi sakince. Sabrım taşmaya başlıyordu. "Lan git! Nası öldürmüşüm allah aşkına anlatsana bana da bi!" diye bağırdım. Ne yüzünde ne de sesinde en ufak bir değişim olmadan "Gözün dönmüştü resmen." dedi. "Üstüme yürüdün. 'Ne diyosun lan sen!' diye bağırdın. Ben de tabi biraz sert çıktım. 'Bir hatadır oldu, napalım, ölelim mi?' falan derken boğazıma sarıldın. Sonra..." Belli belirsiz görüntüler gözlerimin önünde belirmeye başladı. Öylece durmuş, ev arkadaşımın ayak ucumdaki cesedine bakıyordum. Korkmuştum. Hem de çok korkmuştum. Düşüncelerimi okumuş gibi "Aklını yitirmiştin." dedi Murat. "Ölmemi istememiştin, biliyorum. O kadar zavallı bir halin vardı ki, acıdım sana kanka. Benden başka kimsen de yoktu. Biraz süre istedim yukardakilerden. Sen hafızanı kaybettin, ben de hiç çaktırmadım."

Gözlerimde biriken yaşlarla, başımı iki elimin arasına alıp ileri geri sallanmaya başladım. Kafatasımın içinde beynim sanki parçalanıyordu. "Öl lan!" diyordum Murat'ın boğazını sıkarken. "Madem bu boku yedin, öl amına kodumun evladı!" Başımı kaldırıp tükenmiş bir sesle "Ceset.. Cesedin nerde?" diye sordum. Elini omzuma koydu. Şefkatle bana baktı. "Sen görmeyesin diye kaldırdım kanka. Odadaki yüklüğün içinde." dedi. Ayağa kalktı. "Bi cenaze töreni yapıp onu da defnedersen sevinirim. Senden son isteğim bu." O kapıdan çıkarken "Gitme lan..." diye fısıldadım. "Çok yalnızım oğlum. Senden başka kimsem yok!" dedim gözyaşları içinde. Döndü, gülümsedi. "Gitmem lazım kanka. Yukarıdan çağırıyolar. Yoksa ben de isterdim kalmak..." Kısa bir sessizlikten sonra "Neyse, eyvallah." dedi. "Şşş, hakkını helal et ha!"

Gözlerimden akan yaşlara rağmen gülümsedim. "Helal olsun lan... Helal olsun! Yazdır beni de kapıya."

Hiç yorum yok: