Hiçbir şimdinin bir diğerine ait olmadığı bu ayrıcalıklı
gecenin dallarından sarkan şey, Augustinus’un sıçtığı şey ile aynı, “yani aşk.”
Sessizlik içinde kendi kendine konuşmanın hilesidir aşk.
Kendini en iyi, bir enkaz altında görsel imgelerin içsel gösterisi ile eşlik eder.
Alımlayıcının sahnesi mezarlığın kendisidir.
Yıkık dökük evlerden, solmuş bir kentten, karanlığın
yeterince siyah olmadığı bir mabetten fışkıran bir aptallığın sonucu olarak son
ziyarete açıktır-----bu hileli aşk-----
Kişi bir yöne
bakarken, çevresindeki yönlerde de neler olduğunu nasıl fark eder? Beynindeki
jartiyeri çıkararak mı?
Bir palyaço olarak zekiliğimiz sekerek yürüyüşümüzde,
taklalarınızda saklıdır. Bunu anlıyorum; o yıkık-dökük duvar dibinden geçerken
bıraktığın iz ile benim sarsaklıklarım, yuvarlanmalarım, taklalarım neyin
uğrunaydı. Beceriksiz görünümdeki “maharetimi” zihnindeki jartiyeri çıkararak
bakmayı denedin mi? Bence de deneme.
Ayın şu an olduğu gibi göründüğü bir gece, büyük piramidin
önünde Tanrı’ya taş atan bir çocuk görmüştüm!
Bu senin elindeki nedir diye sordum?----aptallık dedi-----
Yine bunun gibi bir gece saçlarından tuttuğum bir kadını
kurban ederken, hiç aklıma gelmemişti kan içen birisinin güzel bir şiir
okuyabileceği!
"Peki, insan bir üzüm müdür?" Bunu bilmediğimi defalarca
söylemiştim ama en azından şarabı reçineyle tatlandırmayı bilmek lazım.
Beni yalnız gönderdiğin o konserin biletini bu gece bir
kez daha gördüm, aklıma geldi de; kim kendi borusunu öttürmeden gururlu
olduğunu söyleyebilir?
Ve hatta gördüğümü imgelediğim şeylerin betimlemesine ne
uygulanabilir?
Ten varlığın saydamlık kazandığı maddesel yerdir, peki
varlık cisimleştiği anda senin cinsel dönüşümün bana doğru bir tinsel dönüşüm mü olur? Yada seni çok mu
özledim?
İçinde bulunduğum trenin tekerlekleri gürültü çıkardığı
zaman, “kafamın içinde” son görüntün akmaya başlarsa, tekerlek gürültüleri
yanımda oturan yolcular tarafından duyulabilir ama duydukları benim gürültüm
değildir. Ritmik tıkırtı bütün vagonu doldurur ama, bu kompartımanı yada onun
bir parçasını dahi dolduramaz. Gürültünün kaynağı tekerlekler yani ten orkestrandır.
Sana olan şartlanmamda en etkin etken –aslında yok
olmandı-
Eş anlamlısı ve dilsel bir özellik katamadığım melodilere ve
görünümlere yönlenmem gibi yani “kafamın içinde” belki olmayan bir dildir.
Bir gün sende çizdiğim resimlerin sana baktığını görürsen
bilmelisin ki; aynı Adem’in kendisiyle konuşan ses’in resmini çizme hatasına düştüm!
Olasılıkla aynı bir satranç tahtasında olduğu gibi bütün
eylemlerini ezberledim. Bu anlamda yasak olandan sakınmak ve nasıl oynayacağını
bilmek gerek. Silahları doğru şekilde kullanmak, alıştırma yapmak ve iz sürmek.
Ancak bu senin kırılabilir olduğunun, olgusal olarak da parçalanabileceğin
anlamına gelmez, değil mi?
Bizi beraber tutmaya devam eden şey bir cinayetse, o
cinayeti suç haline getirmeye çalışan şey, bizim kibrimizdir.
Bu olsa olsa tek yönlü bir yatkınlık.
Özlemek diyerek şartlandığımız köleliği haklı çıkarmanın
tek yolu, onu rehin bırakmak ve keyfi olarak yaratılan bu kutsal sisteme dahil
olmaktır.
Özlemek ve onun uygulaması arasında sık sık yaptığımız ayrım
eşit ölçüde temelsizdir. Yola çıkarken bunu biliyor olmak lazım. Ancak yolda anlığı
oluşturan şey hep ardışık algılardır. Ne zaman değiştiğini ne zaman öldüğünü ve
belki ne zaman yeniden doğacağını bilememek, hep en tanıdık sahnemdir.
ve altüst edişin gerekliliği, bana ait olanın
değişebilirliği ölçüsündedir.
Ağaç gölgelerindeki ceneviz kahvesinden, taş evden, azıcık
ışıktan, yavaşlamış zamandan ve artakalan yetmiş iki yılın kanatları
serinletiyor gelecekteki bedenlerimizi. Yalnızca genel olarak belirtebilirim
ki; “dolaylı tutkular altında istek, bedende en şiddetli sapmadır.”
Yoldan sapma ve kırılma arasındaki ayrım bana yaşattığın nevrozun düzeyi ile ilişkili olsa gerek!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder