Sayfalar

24 Aralık 2010 Cuma

bir atın hikayesi-3

Piiuuuuuuuuu tamı tamına 213 gün olmuş.Bu 213 gün içerisinde beynimin ambele olduğuna mı bakarsın, felek mi dersin karma mı dersin ne dersen de, o namussuza 72 kere sövdüğüme mi bakarsın ( sende bilirsin ki 72nin sonu yok) . Ha belki de felek benden başkası değil di ona daha karar veremedim ama bu söylem, hayatımın en büyük ambelesini bu konuda yaşamadığım anlamına da gelmez.
Çok şey yaptım bu 213 günde. çok içtim can yücel'le, cemal süreyya'yla. Cemal'le içmesi ayrı dert, zaten can'la her içişimizde kendimizi acilde bulduk her gecenin sonunda. İçinçe sapıtıyor pezevenk. Beşinci kadehten sonra anneme falan küfretmeye başladı ilk seferinde, "Bak ayıp oluyo" dedim dinlemedi, bende verdim beline odunu. Sonuncusunda kırdım ağzını birbirine karışmış ak saçına, sakalına bakmadan. Ha cemal'le içmelerimiz ayrı bi mevzu. Kendime vakur bi hava kazandırıcam diye sigarasını tuttuğu eline kafasını dayayıp dayayıp içmeler falan. İçince hesabı ödemeyi unutmalar. En kötüsü de her seferinde kıyamayıp "dur abi ben bi taksi çağrayım" dedikten sonra taksi parasını da bana ödettirmesiydi. İflasın eşiğine getirdi eşşolusu bir ayın sonunda. Getirdi getirmesine de en güzel kelamı da o etti kafası 72ye ulaştığı bi zaman ; "İşe bak sen gözlerin de burda /Gözlerinin ucu da burda yaşamaya alışık /İyi ki burda yoksa ben ne yapardım /Bak çocuğum kolların işte çıplak işte /Bak gizlisi saklısı kalmadı günümüzün /Gözlerin sabahın sekizinde bana açık /Ne günah işlediysek yarı yarıya." dedi, sonra benim gözler...
İnternasyonal işlere karıştım bu süre zarfında, diplomatiğiyle de uğraştım, halk tabakasıyla da (her kesimin sevgilisi olabildim mi, o konu da fikir yürütemiyorum. Aslında fikir yürütebildiğim de söylenemez, olsa olsa emekletmektir bizimkisi. ) . Binalara baktım mesela, internasyonal binalara, ecnebi binalara. En çokta onlar yatıştırdı sanırım beynin hiç bitmeyen gel-git’lerini . Binalara ne güzel değil mi be, hepsi olduğu yerde durur, daha görmemiştir ki bir insanoğlu, bir bina olduğu yerden ayaklanıpta başka bir yere gitsin. Gitmiyolar,en çokta bundan sevdim binaları, ne kadar çimento kullanılmış, ne kadar boya harcanmış diye ayırt etmeden, ama en çokda "yauuuu bu binaya ne kadar demir kullanmışlardır acaba? " sorusunu sormadan.
İlk defa öğrendim vücudumun bu kadar kıvrak olduğunu, her gecenin sonunu sabaha bağlarken ayaklarımın birbirine dolaştığını fark edince. İlk defa acıya bu kadar dayanıklı olduğumu öğrendim, metro istasyonlarının duvarlarında kafamın yada yumruklarımın izleri duruyodur hala belki de. İlk defa bu kadar arkadaş canlısı olduğumu öğrendim, dilimi bile bilmeyen bi adamı “Noldu ki şimdi yaaaa? Napııcam ben şimdi? ” diye ahiret sorgusuna çekerken. Tabi ki bunları öğrenmem de çok büyük katkısı bulunan yüksek promilde alkole olan saygımı belirtmek boynumun borcu.
Esasına bakarsan hep bu borçlar bitirdi beni bu süre zarfında. Vefa borcu, gönül borcu, vicdanıma olan borcum falan filan. Hep bi hesaplamalar, hesaplaşmalar. Ya borcun varsa hesaplarsın, ya alacağın varsa zaten. Ben alacaklıların defterini kaybedeli çok oldu da bu borçları unutabilmek bi türlü kısmet olamadı. Bi türlü insan olamadık anlayacağın.
Bu 213 günün ortalarına denk gelir muhtemelen, cinsiyet ayrımcılığına son deyip alışveriş falan yaptım. Hatunlarda işe yarıyosa, belki erkeklerde de işe yarar dedim, e hepimiz insanoğluyuz sonuçta. Yok ama yaramadı. Bişey daha öğrendim bu vesileyle, her birimiz insan değilmişiz!
Genel olarak böyleydi hayat son zamanlarda, her güne adeta mahalle bakkalı gibi uyandım “dur bahiiiiym, hah topkekin toptancısına bu kadar borç kalmış.” der gibi. Geride kalanlarlaysa çok fazla iletişim kuramadım memleketten çıktığımdan beri. Aslına bakarsan kapıya koyulduğum günden sonra pek kimseyle iletişime girmedim,girmek istemedim, ki o sıralar hala hudutlar dahilinde bulunmaktaydım. Ha yine de dünyadan bi haber değilim. Mesela; Mahmut isyanlarda, kendince sebepleri var ki sanırım artık daha iyi anlıyorum ne demek istediğini, verdiği yada vermek istediği tepkileri. Sert olacaksın arkadaş, keseceksin bıçak gibi. Öyle “Yohh arkaaaş ben türküm çatalla eze eze ayırırım, bıçakla kesmek yerine” demeyeceksin. Afakan ve Kemal, artık işadamı onlar. Bu kadar zamanın sonrasında “Velkamturialiti” yazısının çıkışta önce son virajda olduğunu farketmek pek güzel olmasa da kotarıyolar gibi işi, e ne demiş sertab zamanında “yoluuuun başındaaa”. Davut adam olmaya başlamış iyiden iyiye. Eski hırkamızı sırtına geçirmiş, koşmalarda, uçmalarda kerata. Son olarak Mehmet. Herşeyi rayına oturttuğunu gördüğüm tek adam. Hele bir de bıyık bırakmış ki, kıllar kümesi her an dile gelip “Merhaba baaaağyanlar” diyebilir.
Melanuş’a gelince...Melanuş’u en son, hava yaklaşık 40 dereceyken gördüm.Sıcaktan “Hah bak beyin eridi, akacak şimdi kulaktan pembe pembe” deyipte yinede gülümsemeye çalıştığım zamanlar. İyi gibiydi sanki dışardan bakınca, ama içini kim bilebilir ki, ne de olsa kimsenin kimseyi dinlemek istediği de yok, zaten herşeye ya çok geç kalınmış, yada zamanlama yanlış (Dur lan,bunlar benim kafamdakiler değil ki!!!) ama yine de kimsenin kimseyi suçladığı yok, ama herkesin can sağlığı var, güzelliği var. Ha unutmadan, kapı dışarı koyulduğum zamanlara denk gelir aynı zamanda bu sıralar. Ha en son bebekken, oynadığımı bile hatırlamadığım “Geeel, geeel, geeel-Giiiit giiit giiiit” oyununu tekrar oynamamda bu zamanlara denk gelir esasında. Sanırım bu sıralara denk gelmeyen şey en son sinirlendiğim zamandır. Siparişleri eksik getiren çocuğa “Abicim niye eksik getirdin siparişi” diye çıkışıp kapıyı kapattığımda “Niye çıkıştın şimdi çocuğa gudik? ” diye kendime kızdığım zaman daha bi öncelerde kalmakta.
Komik şeylerde yaşamadım değil bu süre zarfında. Esasında bana göre komik değildi ama sanırım karşımdakine çok komik gelmiş olmalı. Bi keresinde "Dokumak zor zanaat arkadaş, şu saatten sonra dokunabileceğime ihtimal vermiyorum" demiştim, karşımdaki "Hadi ordan. " deyip kıçıyla gülmüştü, çünkü yüzüyle gülse durumun ciddiyeti bozulabilirdi. Her neyse, esas komik kısmı bu lafı ettikten sonra dokunamaz oldum. Bu yüzden gidip belediyeden engelli pasosu almayı bile düşünmedim değil ama onlarda güler (hemde kıçlarıyla) diye vazgeçtim paso fikrinden. Ha dokunmak hala mümkün değil, hala zor zanaat o başka.
Son zamanlarda yaşadığım en absürt şeyse kendi kendimin cenazesindeydim bi kabusta. Esasına bakarsan gayette saçma bi rüya. Yahu hangi manyak vasiyet bırakır “Cenaze namazımı apartman boşluğunda, ev kapısının önünde kıldırın.” diye. Herneyse, kapının önündeyim bakıyorum tabutun kapağı yarı aralık. İmam, değişiklik olsun diye kapının arkasında, tabutsa kapının önünde. İmam sordu “Nasıl bilirdiniz ahali?” diye, ses yok. Arkaya bakıyorurm ahali dediği bi tek benim. Soru karşısında afallıyorum “Nasıl bilirim kendimi? “. Canı sıkılan imam dile gelip “Ok, next question” dedikten sonra “Hakkınızı helal ediyor musunuz? ” diye soruyor, ben yine afallamalarda. Bu kadar beklemenin üstüne canı sıkılmış olmalı ki, tabuttaki öbür ben ayaklanıp “Helal olsun” deyip kapıyı...pardon tabutun kapağını kapatıyor. Uyanıyorum sonra, terden sırılsıklam olmuşum. Yorgan yere düşmüş, anlayacağın kıç açıkta. Saate bakıyorum; “Hay amk derse geç kaldım!!! ” .

Hiç yorum yok: