Sayfalar

2 Kasım 2013 Cumartesi

ben ruhi bey

-merhabayın

-19 yaşındaydım puslu soğuk bir kış akşamı sakarya da akm'ye doğru ellerim ceplerim de yürüyordum...(tamam lan tamam böyle başlamıcam.)
-klasik fakülte yıllarıydı 20 yaşlarında filandım işte sabahları yataktan kalkıp takriben 14.00-15.00 arası bir sigara yakıp sokağa salıyordum kendimi (sigarayı bırakmaya vardı daha) uzun çarşı'nın (sakarya) başında ki simit fırının dan börek, simit, poğaça gibi şeyler alıp çay ocağının yolunu tutuyordum.Eğer o hafta önemli bir işim yoksa(vize, final, sunum) haftanın 6 günü (pazar günleri kapalıydı)hem karın doyurmak hem biraz gazete okumak için aynı yolu izliyordum.

-çay ocağının hiçbir artistik yanı olmaması, duvar manzarası olmasına rağmen belediye çalışanları, öğretmenler, öğrenciler, yerel gazeteciler, hafif enteller gibi değişik bir müşteri kitlesi vardı. Her gün birbirimizi göre göre ister istemez bir yerden tanışmaya başlamıştık(ki bunda o sıralar benim de biraz biraz kitap okumamın etkili olduğunu göz önüne alıyorum)

-orada ki müdavimlerden biri olan o zaman benim için bir şey ifade etmese de zamanlar hayatım da önemli bir yeri olan mustafa ağbi o sıralar takriben iki yıl çıkmış olan sakarya yerelin de çıkan aylık merdiven dergisini çıkarıyordu.(liseden sonra ilk dergiyle karşılaşmam da o olmuştu.)

-haftanın altı günü ben aynı rotayı çizmeye devam ederken iki şey değişti her ay başı hem merdiven'i hem de bir ulusal dergiyi almaya başladım.(mustafa ağbi'nin önderdiği) sonra biraz dergiyi okumaya bir insanın neden böyle saçma bir şey çıkarmak istemesine anlam vermeye çalıştım önce sonra mustafa ağbi'ye sordum.mustafa ağbi heves diyordu uyar'ın acemilik dediği olay gibi hatta cemil meriç'ten bir kaç pasaj okumuştu dergiyle alakalı(benim bu dergi okuma alışkanlığım biraz daha devam etti)

-sonra bir gün karaladığım şeylerden göndermeye karar verdim. biraz korktum ya beğenmezse ya utanırsam filan dedim her gün gördüğüm adam sonuçta diye düşünürken müstear isimle göndermeye karar verdim.(olayın tek artısı gönderilenleri çay ocağında bizim yanımızda değerlendirmesiydi,daha önce den haberim oluyordu yayınlanıp yayınlanmayacağından (yani olayın bütün heyecanı kaçıyordu.) baktım böyle olmuyor bütün ümitsizliğim le o ulusal çapta ki edebiyat dergisine de yazı göndermeye başladım.(ki o an çok sıradan gelse de şimdi bu yaşta buradan düşününce hayatım da hatırı sayılır heyecanlardan biri olarak hafızam da yer kaplıyor diğer heyecanlanma anlarının bazılarını anlatmıştım bazılarını anlatırız umarım bazılarını anlatmayacağım)

-yukarıda ki süreç takriben bir 5-6 ay filan devam etti yanlış hatırlamıyorsam bir kasım ayının 18'i filan dı çay ocağına gittiğim de mustafa ağbi yine gelen yazıları okuyordu her ay yaptığı gibi 10 dakika sonra benim gönderdiğim yazıyı aldığını gördüm her zaman ki gibi önce okudu sonra belli yerlere not düştü  ben yine içimden derken mustafa ağbi dedi.   diyebildim. diyebildim.

-ulan dergi nasıl nasıl kapanır ya?(ne güzeldi yayınlanmayan yazılarımız)

Hiç yorum yok: