Tam ortası kutsanmış devasa karaltılardan ibaret
olan gökdelenlerle; etrafı ise taparcasına onları çevreleyen metruk, harap
evleri birer bıçak gibi kesen titrek sokak lambalarının altındaki dar
sokaklarla bezeli lanetli şehirde, günlerdir bir an bile durmayan sağanak
yağmurun altında, gecenin en koyu karanlığında bir adam durdu.
Omuzlarından dökülen siyah saçlarından, göğsüne kadar
inen simsiyah sakalından süzülen yağmur damlalarına ve etekleri kaldırım
taşlarını süpüren kara abasına aldırmayarak elindeki asayı havaya kaldırıp
çakan şimşeğe doğru acıyla haykırdı.
‘Anethema Glacies!’
Bir anda yağmur durdu, kara gölgeler süzülerek
kayboldu, uzaklarda bir çan kulesinin ürpertici sesi duyuldu ve hemen ardından
tüm şehir dondu.
Celladına biçare boynunu uzatan vahşi bir katilin
zırhın inmesini beklerkenki teslimiyeti hakim oldu tüm şehre ve sokak köpeklerinden
gökdelenlerin pencerelerine, yaktıkları çöp bidonları etrafında ısınmaya çalışan
hırpani evsizlerden sırça toplantı odalarında kuşların sütünü içen
beyefendilere, neon ışıklı pavyonların kapıları önünde müşteri bekleyen
fahişelerden topuklu ayakkabılarıyla evlerinin ahşap parkelerini ezerken sıkıntı
içinde hizmetçilerini azarlayan hanımefendilere, şehrin zehirli dumanından sarhoş
olmuş başıboş kargalardan ara sokaklardaki ruhsuz katillere kadar şehrin
grisinde debelenen her şey bir anda buz kesti.
Adam belli belirsiz gülümseyerek yavaşça asasını
indirdi, gözlerini kapattı ve şehirdeki donuk sessizliği huşu içinde dinlemeye
başladı.
Ve bekledi. Biliyordu. Gelecekti.
Birkaç an sonra sokağın taşlarından ve ıssız evlerin
boş duvarlarından yankılanan nal seslerine kulak kabarttı.
‘Klak klak klak klak…’
Sonunda… Geliyordu. Kalbi hızlanarak atmaya başladı
ve onu bir yıldırım gibi çarpacağını bildiği gözlerine kendini mümkün olduğunca
çabuk hazırlamaya çalışarak ani bir hareketle arkasına döndü.
Kollarını açtı ve kendini kaçınılmaz yazgısından
korumak istercesine asasını devasa doru bir atın üzerinde uzun kızıl saçları ve
beyaz tül elbisesi uçuşarak ona doğru gelmekte kadına doğrulttu. Kadının yeşil
gözleri ona bakarken garip bir hazla ışıldıyor, tülün içindeki çıplak, baştan
çıkarıcı bedeni atın vahşi hareketleriyle birlikte deviniyordu.
Adam yutkundu. Elleri onu her gördüğünde olduğu gibi
bu sefer de titredi. Bu kadın sert bir tokat gibi, insanı sersemleten,
uyuşturan bir şeytandı ve adam iblisle işbirliği yaptığı için pişman olmayı
çoktan bırakmıştı.
Kadın adamın karşısında titrediğini fark edince o
narin vücudundan beklenmeyecek kadar vahşi bir sesle iç gıcıklayıcı bir kahkaha
atarak atın yularını sert bir hareketle çekti. Adamın tam önünde boğazlanırcasına kişneyerek
şaha kalkan hayvanın sol ön ayağı adamın koluna çarptı ve asa dans edercesine
dönerek havalandı. Asanın adamın elinden kurtulmasıyla kör edici bir şimşek
karanlık şehirdeki tüm günahkarlar üzerine parlak bir ışık yağdırdı. Ve gök
çatladı. Kapkara bulutlar kara bir büyü gibi gökyüzünü kapladı, yağmur aniden
tüm şiddetiyle yeniden yağmaya başladı.
Kadın ani bir hareketle ileri doğru atladı, asayı
yakaladı ve nefretle karışık bir arzuyla ona bakmakta olan adama duru bir tonla
seslendi.
‘Hadi… Atla!’
Adam çaresizce içini çekerek içindeki çelişkileri
bastırmaya çalıştı ve tek sıçrayışta kadının arkasına oturmayı başardı.
‘Her seferinde bu kadar güzel kokmalı mısın?’ diye
fısıldadı kadının omuzlarına.
‘Bin yıllardır yok olan lanetli şehirlerin pisliğine
tezat…’ diye mırıldandı kadın.
Delicesine yağan yağmurun altında kadının kızıl
saçları adamın yüzünü yalarken ve diri bedeni bacaklarının arasında kıpırdarken
yeniden canlanan şehrin ıslak sokaklarında gökdelenlere doğru dörtnala
ilerlediler.
Şehrin sakinlerinin her bir parçasına
tanrıymışçasına taptığı bu gökyüzünü umarsızca yırtan çirkin yapıların tam ortasına
geldiklerinde kadın adamın asasını kaldırdı ve var gücüyle haykırdı.
‘Anathema Ignis!’
Şehir birden alev aldı, at kişneyerek şaha kalktı,
kadın zevkten bir kahkaha attı. Yıkıntı evler, topal kediler, kör dilenciler, köhne
insanlar, metal arabalar, gri fabrikalar ve ütopik bir düş gibi onları ezen dev
gökdelenler… Yağmurun altında dinmeyen bir öfkeyle harıl harıl yanan aç alevler
tüm şehri kor bombardımanına tutarak yutmaya başladı. Yanarak yok olan kayıp
ruhların çığlıkları ve harap olan binaların çatırtıları kulakları sağır eden
acı dolu inlemelerle gökyüzünde yankılandı. Kadın huşu içinde asayı indirdi, tükenmekte
olan şehre şaşkınlıkla bakan adama uzattı.
‘Ama… Böyle olmayacaktı…’ diye itiraz etmeye kalktı
adam.
Kadın cevap vermeden adamın gözlerinin içine bakarak
gülümsedi. Gülümseyişi insanı yeryüzünden alıp cennetin en kuytu koylarında gezdiren bir uyuşturucu
gibiydi ama adam kısacık bir anda zihninde uyanan hastalıklı bir sanrıda kadının parçalanmış ,
gözleri oyulmuş, dişleri sökülmüş, dudakları yırtılmış tiksindirici yüzünün yansımasını
gördü.
Ağzına korkunun paslı metal tadı doldu, keskin bir
panik ve iğrenmeyle kadına saldırdı. Kadın hayallerinin kırıklarının yüreğine
batmasına izin vermeden hemen önce asayı bir hançer gibi adamın göğsüne
sapladı. Atın sırtından ıslak taşlara bir külçe gibi, acıyla haykırarak düşen
adamın son gördüğü kadının yeşil gözlerinden yansıyan kan kırmızı alevlerdi. Ve
saçlarının kızılına karışmış beyaz elbisesinin uçuşan etekleri…
Adam uzaklaşan nal seslerini dinleyerek gözlerini
kapattı ve alevlerin onu yutmasını beklerken sonsuz bir uykuya daldı...
Not: Bu hikayeyi okuyanlar ilk gün doğumunda
lanetlenecektir. Ve bu uyarıyı sona koymamın sebebi bu şehrin yanarak yok
olmasını istememdir.
1 yorum:
betimlemelerin aşırılığından okurken kendimi kesmek istesemde hatun yazarak çizgi roman yapmış bi de kara film ipuçlarını yakalamadık sanma :)
Yorum Gönder