Kısa filmi izledikten sonra okuyunuz.
Devasa şehrin yalancı ışıltılarla
bezenmiş kalabalık caddesinin üzerindeki plastik gökdelenin en üst katındaki karanlık
ve kasvetli dairenin tam ortasında bir sandalyede çırılçıplak, elinde bir silahla oturan
adama naylon bir aşkla bağlandı kadın, tüm hücreleri ve sahte fikirleri,
dayatılmış hayalleri, klonlanmış düşleri ve pahalı giysileriyle birlikte.
Ve zaman hızla geçerken, adam bu
aşk karşısında sustu.
Kadın zamanı, parayı, emeği
acımasızca harcar ve tüketim toplumunun tüm dayatmalarına, moda bloglarına, alışveriş
listelerine, yiyemeyeceği kadar büyük menülere, indirim kampanyalarına ve para
imparatorluklarının yasal kartlarına bile isteye koşarken en çok aşkı
tükettiğini ayırt edemedi.
Ve hızla geçerken zaman, adam bu
aşka sağır oldu.
Kadın nefrete, kine, ötekileştirmeye,
ölümcül ayrımcılıklara ve kendinden farklı olanı öldürmeye programlanmış tüm
silahlara hayran oldu. Yok ve imha edip mahvetmekten garip bir zevk alıp
üretimi ve emeği yerin dibine batırır ve birbirinin aynı olan her şeyi kendince
kutsarken yok olduğunu ayrımsayamadığı bu aşkın yerine koyduğu acınası bir
bağımlılıkla bağlandı adama, kendinden farklı olana tutunmaya çalışmanı tuhaf ironisinin
varamadan farkına.
Ve geçerken zaman hızla, adam bu
aşka kör oldu.
Dünyadaki tüm maymunlara yetecek
kadar uzun bir süren tüm bu kör, sağır ve dilsiz anlar, zamanlar, demler ve
dehrler boyunca kadın adamı kendine aşık etmek ve onun aşkının yansımasında
kendini görmek için çaresizce ‘mış’ gibi yaparak çırpındı durdu. Emek kutsalmış
gibi yaptı, yaratmak önemliymiş, tüketmek bitmekmiş, sanat yüceymiş, barış
mümkünmüş, farklılık sevmekmiş gibi ve hatta az çokmuş gibi bile yaptı.
Ama boşunaydı.
Zaman kanları acımasızca arza akıtılan
insanların hızında yok olup gidiyordu ve adam hala konuşmuyor, duymuyor, görmüyordu.
Kadın acınası bir çabayla, son çare
olarak timsahların bile akıtamayacağı kadar çok gözyaşıyla adama son bir kez
daha yaklaştı. Sahip olmayı bir halt sanmıyormuş ve paranın tanrı olduğuna inanmıyormuş
gibi görünen iki maskeyi onlarca balmumu maskenin arasından seçip taktı ve
yavaşça eğildi kulağına.
‘Sistemi reddet!’ diye fısıldadı.
Adamın bir anda dili çözüldü,
kulakları duymaya, gözleri görmeye ve içindeki isyan tüm bedenini ele geçirmeye
başladı. Ansızın silahı kaldırdı, başına dayadı. Artık harekete geçmek ve bir
seçim yapmak zorundaydı. Kendi seçimini. Ölmek ya da öldürmek. Ama her iki
durumda da imha etmek. Yine de her ne olursa olsun seçmek.
Zaman ışıktan bile hızlı akıp giderken adam aynı hızla durdu.
Silahı kendi başından çekti. Büyük
bir nefretle kadına doğrulttu ve tam kalbine tek bir el ateş etti.
Kadın tüm şehrin kulaklarını sağır eden vahşi bir çığlıkla ve özenti giysileri, boyalı saçları, takma tırnakları,
en çok da klon aşkıyla beraber yere, kalbinden akan kanların oluşturduğu
gölcüğün içine diz çöktü. Hıçkırıklar, hırıltılar, çığlıklar, inlemeler ve
sonsuz ağlamalar boyu nefesinin geldiği son noktaya kadar sonsuz bir yok oluşun
içinde döndü.
Ancak bu kusurlu bir döngüydü.
Ve kadının son nefesini vermeden
önce içinde çırpındığı kan gölünde gördüğü gökdelenin penceresinden atlayan
adamın ona geri döndüğüydü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder