Hissiyat bir, birbirine dikilen şiirler
Kalesinin altın anahtarlarını denize atmış
insaniyet arayan emekli bir kral gibi yürüyordum
aklıma geldi, aklıma gelebileceğin
-durdum-
mermiyi ağzına vermek
namlunun
rakı bi bana yarıyor
anlıyor musun
bu dizeyi söylemek istemedim
içimde karışık haller içindeyim
oralet kavanozuna uzanmak için çıktığı sandalye sallanınca
korkuyu anlayan bir çocuk gibi
anlatamam hislerimi
beden zayıflayınca ruh güçlenir diyor
bektaşi ve mayalı abiler
bu biranın dibi diyorum
çok korkma, düşersin çocuğum
aman adını ufak yaz ali
yaz ki sığsın o koca isim
o uzun nakaratı şarkının
hani mutlu olmaktan bahsederken kaydı durduran kör harmonikacı
hatırlıyor musun
dört nala gelip uzak asyadan
kasıklarına bir kısrak gibi uzanmak istiyorsam
bil ki bıkmışım insan etinin o iğrelti seslerinden
yusuf diyorum
ne mutlu ki kuyu da
kuyu ne mutlu ki
yusuf’un yüreği atmakta
her şey az buçuk naylon işte şu dünyada
saatler, leğenler, otobüsler, sıralar, bankalar-yürümeye devam ettim-
anlatamıyorum kendimi
cezayir’de oturmak istiyorum bir kayalığın dibinde
ellerim bağlı olsun istiyorum bir gün
ve hissetmek göğün örsünü göğüs kafesimde
kaç ton baskıya dayanabilir insan bilmiyorum doktor
ama tüm insanlık omuzlarımda
gökten yıldız çalmaya çalışıyoruz
en üstte ki çocuğun elleri çok kısa
uzanamıyoruz
anlamsızım, ah ulan anlamdan bozma
uykusuzluğumun derin sırrında anladığım bir hakikat der ki
ellerim kollarıma dikili olsa da
ellerim çok uzakta, aslında
ve orta asyanın bazı noktalarında
çok ince bir bağlama sesinin grtlağı olsam
kara kuru yanık ellerde ak bebekler büyür yavrum
sende büyüdün, eğer büyümek geçmişten nefret etmekse
bir kemal sunal filminin melodisi oldum geçen hafta
sanki güzel sevmiştim. ağaçtan bir çocuğun elinde kaçırılan
şeftali gibi işte. insana uzak kıyılar gibi. değil belki.
yürüdüm, omuzum da bir el yok.
ince bir ses işittim. yere oturmalı insan bazen
-dedi-
kaldırıma. hatırla bu dünyayı. üzerine kurduğun taş avluyu
avluda ki ölü iranlı kadını
kanına boyanmış bülbüllerin güllere sarılışını
bu dedi çocuk
bir alevi sazı mı?
kederin memleketi neresidir mirim, nah şuramızdan
başka.
sanki her yıpranışın bir kökeni vardı
bugün utancım halkı katledilmiş bir Kızıldereli gibi ağladı tepenin üzerinde
içimde ki yılmışlık
varoluşçulara küfretmekten geliyor yakup
şu içimde ki bitkinlik
avuç içleri hariç gece karası bir zencinin
köle düşerken
gemiden annesine son bakışı
afrikayım
afrikasın
ama bu değil ki malatya inkarımdır
delik deşik oldu şair
anlamadı başta askerler
içinden fışkıran o hırçın suyu
ne bilsinler içinde ki nehri de vurduklarını
merdivenlerden iniyordum
ama görecelilikte bir bulmacayım
indiğim kaçıyor benden
ben dünyanın bizi istemediği anları çok seviyorum
istenilmediğim anları hep anlıyorum
içimde ufak rüzgarlar esiyor
yedi milyarız
yedi adet milyar
hepimizin hem fikir olduğu bir şey var
istenmemek, atmosferde ağlayan bir gök taşı kadar
yer kaplar
ceviz kabuğundan bozma ruhumuz da
-uyu artık ali-
ali kim ki
ali benim babam
ali benim oğlum
bir elmanın düşme ihtimali ali
atların evcilleşmeye karar verdiği o berbat çarşamba gecesidir
ali
teslim olmaktır, teslim alanı hiç umursamadan
hani şu idam mahkumlarının son isteğini soran bey baba
işte o değildir ali
bugün cuma
yarın cumartesi. bu gayet doğru.
doğru olmak ne yorucu
günlerin sonu olmasa bile
düzenin kırılacağı ilk salı sonrası özgür günde
isyan öneriyorum güzelim
her gün sadece yürümemize engel olan her şeye
***
sen dedim evlat
baban ne iş yapıyor
-tam zamanlı bir ölü
kadın bi başına oturuyordu
tabiki de sigara sarmayı biliyordu
her yerinden kırılmış bir kaç insan
en ufak parçalarını bile aradım kara ormanın ardında ki dağlarda
param parça olmuş bir bebek
sigarasını içiyor ihtiyar
kabullenmek güzelim
şu belimde on dört yıldır bir ağrı var
şimdi ben ve mahalledeki çocuklar bir karar aldık
bir daha suratlarımızı dağıtmayacağız
benim ki hala kayıp
baksana
ağzım yok
barbarlığım yok
her şeye evet der gibi bakan gözler ile
zindanların önünden geçir beni
güzel şeyler söyleyebilmek istiyorum
hüküm giymiş çocuklara
istekleri ne olursa
yolların bittiği yerde merdivenler başlıyor
iki yanım uçsuz bucaksız cellat ile dolu bir taşrada
-ama bey abiler ben karanlıktan korkarım
diye ağlamak istiyorum
ne yazıyordu Sezar’ın mezarında
-nasıl olsa kimse bizi anlamayacak.
sahibinden az hasarlı boyası temiz imparatorluk
uygun fiyatlara kendimi bile bırakıyorum
"bakma işte şöyle" dediğin an
başını çevirirken her şeyden bıkkın bir salkım söğüt ağacı gibi
özür dilerim. o an sana sarılıp
bin atom bombası gücünde yok olmak
güneşin önünü
görülecek bir şey kalmadı artık
diye kapatmak
ah ulan. beni hiç istemiyorsun.
sigara kırıldı
dedi ki atalay
"merak etme ben onun gönlünü alırım"
bizim akan kanımızı ardımızdan etekleri ile silen kadınlarımız yok
şu kırık gönlü
hangi marangoz peygamberler onaracak
***
ceketim
içimdeki labirentte kaybolmuş bir genç kız
uzatsam ellerimi, korkacaktır dünyadan
korkar elimde kırıl kalmaktan
oysa sadece gözlerimi örtmek istedim
ah ceketim
dünyanın en fakir topraklarına götür çingeneleri
sürgün olsun diye değil
kurtarmak için toprağı kederden
dünyanın en fakir topraklarına dökülsün
rakı
ceketim neredesin
piyanonun siyah tuşlarından birini koydum bohçana
ve karşına çıkabilecek kuşlar için ekmek kırıntıları
ihtiyacın olabilir
sonsuz uzay ve gezegenler arasında
yürümeye çıkıyorsun
at nebulasına dikkat et
onun için bir şiir yazmıştım
o ve bayan cica’nın yaşama dönme şansına
onu da götür yanında
namlularda yürüyeceksin
ve olmasın diye o güzel ayakların yanlış gerilmiş bir isa
kaburgamdan yapacağım bir kayık
hades’e akan güllü ırmaklarda süzülüp duracaksın
ceketim, dur dinle beni. seni o parkta bırakmak istememiştim.
dökülmesi için ruhun bardağa
dünya bir dizinin üstüne çöktü
döküldün gördüm
doldurdum seni
bardağa
gördüm
devir almıyor motor, sanırım toprağın suratının bu çizgisi
aşılmaz olacak bize
şahidimdir üzerimde ki gök kubbe
ben artık sizinle anı uzay zaman eğrisinde değilim
aç dünya çocuklarına bölünmüş bir ekmek gibi parçalanırken
uzaya fırlatılan roketler
ben de yürüyorum şu eski patikadan
sanırım sıkıştım kaldım üç dakika içine
her şey basa sarıyor
her şey
size söyleyebileceklerim ancak bu kadar eder
emekli albay ve kancık tüccarlar
bu kadar
benden
bu kadar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder