Bir çobansın
sen. Ay Tanrıçası, onu üzmene rağmen... bu denli aşık sana…
Bardağına çay
yapraklarını hazırlar. İşte böyle bir Ay aşık sana onun bahçesinde çürürken.
Onu keyifle okusan halbuki, gece ve gündüz durmadan oku onu...
Koyunlar… Nerede ıstırap çeksen oradalar. Ürününü yerler. Yünlerini
verirler sevinçle. Ay Tanrıçası… O da sana tuzunu feda
eder. Ve tüm mühürler... kuzeyde gömülü bir hazineye vurulur. Ne şanslı bu
hazinenin sessizlik olduğunu fark eden... Gizem ve sihir, tek tacı Doğa’ya
takar. Şimdi, tüm huzur onu bulabilende… Hele bir bak, gör ve seyret!
Ay Tanrıçası “Çocuğum”
der:
“Ne kadar da
zor… Bir günahkar neyin yanlış olduğunu iyi bilir. Ama sen değilsin ki bir günahkar…
Ve Yüzyıllar... ne kadar da güçlü olduğumuzun kanıtı. Şimdi, geçmiş ve gelecek
arasında nasıl da sıkışıp kaldık. Sıkıntılarımız dünyevi bir cennetin
hayata kavuşması için gerekli…
Çocuğum, sana diğer
yüzümü gösteremediğim için mi bu kadar kibirlisin? Otlattığın koyunlar benden
daha mı beyaz? Ya yün?... ya tuz?... Bir kaldır kafanı da bak bana. Hele bir
bak, sonra gör ve seyret! Ay Tanrıçası, onu üzmene rağmen bu denli aşık sana…”
Ansızın çöken
gecenin içinde şükreder çoban. Sofrası bereketli, dolu. Yine de bitmez çilesi.
Çoban: “Şu üzgün
koyunları bana sen yolladın. Onlar benden daha mutlular yağmur yağdığında… Fırtınalar
hız kazandıkça... bu mutluluk katlanır. Şimdi, bir anda gözbebeklerimden nasıl
da fırlar bu şükürler? Sana bakamam ben, çekinirim...
Sabahın ilk ışıkları vurur yüzüme. Günahı ve acıyı iğdiş etmeliyim
ki şu inlemelerim bir dinsin.
Kılıçla, bıçak
bahçemde parıldasın,
gümüş mesafeler adım adım şu dağdan insin.”
Ay Tanrıçası: “ Hele bir bak
da gör... ve seyret! Bastıracak hakkın yok bu duyguyu. Utanç mı bu?... Hele bir
bak bana. Melodinle gel. Burada müzik ve ninniler bekler seni.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder