Sayfalar

18 Temmuz 2014 Cuma

Ankara'nın Düşüşü

Ankara'dan dönüyordum, otobüsteydim. Otobüs daha önce Ankara'dan hiç dönmediğim kadar ormanlık ve dağlık bir yolu kullanıyordu. Pencereden baktıkça yer yer simsiyah, yer yer koyu gri olan bulutların rengine bürünüyordum. Ankara'da Melih vardı ve Melih sayesinde tanıştığım birkaç arkadaş. Pazar günü öğleden sonra iki buçuk otobüsüne binmiştim,
Ankara'dan çıkınca yağmur, Bolu'da ise her şey acı vermeye başlamıştı; İstanbul'a vardığımızda kilo vermiştim.
Her biri kendi içinde farklı şekilde mükemmel olan 5 günün, eve dönüşü asitten düşüyormuş gibi hissettiriyordu.
Doğduğum evden ayrıldıktan sonra, bir daha hiçbir zaman evdeymiş gibi hissetmemiştim. Ama uzun aralıklarla yaptığım iki Ankara ziyaretinde de kendimi evimde, yanında mutlu olduğum insanlarla, olmam gereken yerdeymişim gibi hissediyordum.
Dönmek elbette zor olacaktı.
Nitekim döndüm
Ankara'yı ve içinde barındırdıklarını unuttum; Yasemin'in balkonundan Atakule'nin görünmesine şaşırdığımı, Melih'in köpeği Luna'yı niçin sevmediğimi falan.
Kendimi inandırdığım şeyin ne olduğu konusunda tartışmaya girersem kesinlikle kayberim gibi geliyor, zihnim sürekli oyun oynuyorsa demek ki.
Artık içinde kendime dair hiçbir şey bulamadığım İstanbul, her gece beni yeniden kandırmaya çalışsa da ona hep sırtımı dönüp uyuyorum.

15 Temmuz 2014 Salı

Epistemolojik Açıdan Mükemmel Bir Masumiyete Sahip Pozitivist İntahar Yöntemleri

Bir topluluğun öğesi yaşamsal bir yapıya sahipse, canlı bir cismin organik öğesi de kimyasal bir yapıya sahiptir. Yaşam organize bir moleküldür. Bu organize moleküller aynı anda birbirine düşman monada, yani tek olana aittir. Bana öyle geliyor ki, yaşamda her an duyduğumuz ilerleme ihtiyacı, bağımsızlıkların yadsınabilirliğini ölçüsündedir. Bedeninizde yada topraklarınızda yer alan uysal moleküller içerisinde direnenlerle yaşamak ne kadar zor, bilirsiniz?

Stoacıların muhtemelen yüzyıllar önce moleküler dünyadan pek fazla haberi yoktu. Ancak onlara göre ölüm, aynı izleğe tekabül eder biçimde “bedenimizi oluşturan öğelerin dağılması, insan ruhunun aslında evrendeki ruha geri dönmesi” anlamına gelir. Irmaklar nasıl denize dökülürse, insan ruhu da döner dolaşır yine aynı evrenin ruhuna dökülecektir. 

“Tanrılar öldüğünde daima türlü şekillerde ölürler” der bundan yüzyıllar sonra başka bir stoacı. Bunu biliyorum ve sırf bu nedenle sonsuzluğu zamansal bir aralık olarak değil, yaşayanlara ait görüyorum. Elbette bir bilgenin ölüme bakış açısı herhangi birinin bakış açısından farklıdır. Cicero’ya kulak verirsek ölmek istemiyorum ölmeyi de hiç önemsemiyorum aslında.

Cicero’yu en çok seven bilim adamı Niels Bohr, ışık kuramındaki dalga-parçacık ikilemini çözmüş ve Danimarka devletince şövalye yapılırken kendisine arma seçmesi söylendiğinde Yin-Yang’ı simgesini ve şu sözleri seçer “karşıtlar tamamlayıcıdır” abiler!

Termodinamiğin ikinci yasasına göre ısı farkı kalmayınca evren ölecek ve ısı ölümü nedeniyle evren yok olacaktır. Bu entropi bizi şuna götürür, kendinizi çalıştığınız iş yerinin 20. katından aşağıya bıraktığınızda bedeninizin soğuması değildir aslında ölümünüzün anlamı. Kendinizi kadavra üzerinde düşünün, evrenin kendini sürdürmesi için doğal farkların zorunlu olduğunu göreceksiniz.

Sonuçta yaşam probleminin çözümü, problemin ortadan kalması ile görülür ve biyolojide canlılık probleminin çözüm önerisi düşünceden geriye doğru adım atmaktır. Nasıl mı?

Aynı Durkheim’ın sosyalleşmenin sınırlarını çizerken öğrettiği gibi “içgüdünün otoritesi” ile. Sosyalleştirici pratiklerin en etkilisi olan intihar için karşımızda dört sistematik vardır.

Egoist İntihar

Toplumsal bağların zayıflaması sonucu ortaya çıkar. Toplumda bireysel egonun, toplumsal egonun karşısında ve onun aleyhinde kendini aşırı bir şekilde ortaya koyduğu durumdur.
Ölçüsüz bireyleşme halidir.Öz merkezli, egosantrik veya benlikçi intihar olarak açıklamak gerekir.
Bireyler vesayetten kurtulup, toplumun meşruiyetini reddettiklerinde “ölüm vasıtasıyla üzerilerindeki sorumluluktan sıyrılmaları” sağlanacak ve dolayısıyla toplumun itiraz edecek otoritesi de kalmayacaktır. Psikolojik anlamda kırılganlığı artan insanın umudunu kaybediştir.

Buna en uygun yöntem "AŞIRI DOZDA İLAÇ" almaktır. İlaç alın ama felç kalmak istemiyorsanız uygun dozda almayı ihmal etmeyiniz.

Şimdi bütün parçalar ve gerçekten de yaşayan varlığın bütünü belli bir içsel sıcaklığı içerir.

Alturist İntihar

“Kişiliksizliğe neden olan” koşullarda yani bireyin “grubun içerisinde yok olduğu” durumlarda karşımıza çıkar. Özellikle arkaik toplumlarda gözlenir. Yaşadığınız toplumdur sizi - yani kendi kendisini - yok etmek için ezendir.

Buna uygun en yöntem kendinizi "ASMAKTIR." Boyun kırılması ile sonuçlanır, omuriliğiniz zedelenecek ve ani ölüm gerçekleşecektir. En iyi ikinci yöntem kendinizi "SİLAHLA VURMAKTIR." Boğazdan vurmak dönüşü olmayan tek yöntemdir.

Sıcaklığın kaynağı kalpte bulunmalıdır ve kana sahip olmayan hayvanlarda da buna benzer bir yerde. Çünkü her parçanın sahip olduğu doğal sıcaklık sayesinde yediklerinizi sindirirsiniz.

Anomik İntihar

Toplumsal dengenin ihtiyaç duyduğu moderatör rolünü üstlenmediğinde, bireysel istek ve tutkuların önünde hiçbir engel kalmaz. Tutkuların disipline alınamadığı anlarda anomi doğar.

Kronik bir şekilde gözlemlenir. Özellikle modern çağda her yeni gün ilişkiler endüstriyel bir anlam kazanmaya başlamıştır.”Anomi sizin belirleyemediğiniz kaderin sillesidir.”

Buna uygun en uygun yöntem "ENJEKSİYONDUR." Öncelikle korku ile düzülmemiş birey gerektirir. Beden ısınız aniden tehlikeli boyutlara ulaşır. Rush ve flash evresi hızlı sonuçlanmış ve kendinizi kısa yoldan bir sanat dersinde Road Runner isimli bir şiiri okurken bulursunuz.

Bundan dolayıdır ki, bedeninizdeki parçalar soğuklaştığında yaşam yine de bir an sürer; ama kalp bölgeniz soğuyacaktır ve bedeniniz yavaşça yok olacaktır.

Fatalist İntihar

Yaşama arzusu yerine karanlık madde yani “yok madde” konulmuştur. Fatalist intihar bir kendini fazla düzenleme halidir. Geleceği duvarlar arasında acımasızca kıstırılmış, tutkuları ezici bir disiplin altında şiddetle bastırılmış bireyin intiharıdır.

Buna uygun en yöntem ise "BOĞAZINIZI" yada "BİLEKLERİNİZİ KESMEKTİR."

Tendonları kesmek bağlı oldukları kası kesmek ve en az onun kadar kasıldığınızda solmuş ve tanıdık çiçekleriyle saydam bir gecenin ayrıksı, loş karanlığına son vermek anlamına gelir.

Öğretinin dediği gibi yıldızlar artık gaz, insan ise bir alabalıktır.

Şimdi em’ – kendi kanını - çünkü ölüm ancak sıcaklığın son bulması ile buluşur.

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Ben o sıralar

Bize sadece duymak istediklerimizi söylüyor ve sadece ihtiyacımız olanı veriyor.Sürekli bir tatmin olma duygusu içinde gidip geliyoruz,bazen çok ama bazen de az.Yine de memnun ediyor bizi hayat.Bir şeyler olsun istiyorsun iyi ya da kötü ama olmuyor.

Ben o sıralar gelecek vaad ediyorum,
Mühendislik birinci sınıfta sakalım mı az yoksa boyum mu kısa gibi dertlerim de var tabii.Ben o sıralar, otobüse binerken güneşi arkama almaya gayret ediyorum,sizin sokaktan geçerken çoğu zaman seni göremeyimişim gibi.Sana henüz aşık olmadım diye okuldan eve yürüyerek gidiyorum,seni görmesem hala yürürdüm aslında o yolu.Ben o sıralar,ortak bir arkadaşımızın evine gitmek için evden çıkıyorum,senin de orada olduğunu bilmeyerek.Oraya vardığımda çoktan gitmiş oluyorsun,ilk defa adını o gün öğreniyorum.Ve ben sana o gece de aşık olamıyorum.Kısa bir yaz geçiyor o sene yine,bir eğitim yılının en soğuk sonbahar günü seni bekliyorum bahçede.

Aradan belki bir ömrü yeterince dolduracak kadar zaman geçiyor.Biz yine "biz" olamıyoruz.Hatırlıyorum da son görüşmemizi,"İstanbul'a gelirsen kesin haberim olsun demiştin"Sustum belki hatırlarsın diye.Sen daha benim İstanbul'da yaşadığımı bile bilmiyorsun.

10 Temmuz 2014 Perşembe

yaşasın halkların seksensekizliliği

ben bunu bir halk türküsü de yapabilirdim mesela
arka mahallede ki çok renkli çocuklara siyah boyalar hediye ederek
ellerine kimseler değmeyen ve tanınmazlık sorunu çeken kim varsa
kim varsa seksensekiz kere küfretmiş talihine hepsini yanıma alıp
sevdalardan vazgeçtikleri ferdi tayfur şarkılarını devrim marşı yaparak

ben bunu bir devrim muhabbeti de yapabilirdim 
ece ayhan’ı tanımadan karaşın olan çocuklarla
kırmızı jakoben devrim konuşmaları yapmayacağım
(ki bırakmıştık değil mi hasan bu arada)
hepimizin gizli bir acısı var nasılsa herkesin bilmediği

ben bunu bir aşk şiiri de yapabilirdim mesela
aşk yoksa şiir yok, acı yoksa şiir, şiir yoksa acı, acı yoksa aşk
saçma sapan paradokslar olmamalar saçmalık ve gözyaşı
yıkılsın bütün çiçekçi dükkanları
bu şiiri elbet bitireceğim hafız kanlar olacak ve gözyaşı
bütün kaybedilmiş aşk şehirleri 
en afili yesilçam bakışları
ve bir şarkıdan arda kalan ne varsa ne kalırsa insana
bunu yazmalı

şimdi kalmalı
inmeden meydanlara, kavgaya,şehre ve kadınlara
sonu umutla biten semtlerde kalıp 
bir kavgayı en başından kurmalı

3 Temmuz 2014 Perşembe

Spesifik spazmlar

Televizyonun karşısına oturmuş, 40 derecelik sıcağa aldırmadan vodka içiyorlardı.Serkan yetimhanede büyümüş,Aykut'un anne ve babası çok küçük yaşta öldüğü için babaannesi yanına almıştı onu.Birbirinden tuhaf bu iki hayat yine çok tuhaf bir biçimde tanışmalarına sebep oldu.Ot içerken tanışıp,rakı içerken eve çıkma kararı aldılar.

Nasıl anlatacaksın.Bilmiyorum.Ne demek bilmiyorum oğlum,benim için sorun olmaz kimsem yok,işimde var bir şekilde hayata devam ederim.O kadın bu yaştan sonra ne hale gelir düşündün mü.Gidince uygun bir zamanda söylerim amma vicdan yaptın amına koyayım.Ne diyim karşısına geçip 8 senede okulu bitiremedim,kovuldum mu diyeyim.Bütün umudu bendim kadının.Neyse siktir et olan oldu artık.Kirayı ödedin mi?Hayır.Karta bak para varsa öde,bira al bide gelirken.Tamam.Sigarada al.

Ders kitaplarını sobada yakarken,aklıma Ayşegül geldi.Sarhoşluğumda verdiği gereksiz özgüvenle telefona sarıldım.Etrafında birkaç erkek olunca ne yapacağını şasıran ve sürekli sevişmek isteyip bir türlü vermeyen kızlar beni hep etkilemiştir zaten.Nasılsın.İyiyim sen.İyiyim bende sağol.Akşam ne yapıyorsun bir planın var mı.Aslında Özgeyle bir işim var.Siktir et Özge'yi yarın gidiyorum biliyorsun bu gece görüşelim,lütfen.Tamam.Serkanın çalıştığı bara gel.Olur.Serkanın bara gitmiş,ben eşyalarımı topladığım süre zarfında,hiçbir şey yememiş sadece içmiştim.Saat geç olmadan barın önünde dikildim.Sigaramın bitmesini bekledim,fakirlik prensibimdir bitmeden atmam.İçeri girdiğimde Ayşegül çoktan gelmişti bile.Yanına gittim.Böyle bir güzellik olamaz,ben gelene kadar ondan gözünü ayırmayan bütün andavallar önüne döndü.İçkiyle doğru orantılı olarak sohbet yön değistirmeye başladı.Nasıl bu hale geldin sen.Ne varmış halimde,sizin gibi kulak dolma bilgilerle, adını ve ne işe yaradığını bilmediğim bir bölümden mezun olup,sabah 9 akşam 5 çalışmıycam diye mi.Hayır tabi ki de onu kastetmedim Aykut.İki dakikalık bir sessizlikten sonra,bira bardağı ve sigara paketi arasında gidip gelen elimi tutup"seni seviyorum"dedi.Bu nu ilk söylediğinde yine bu barda belki de aynı masadaydık.O zamanlar ikdisattan bir çocukla takılıyodu,onu benimle aldatmıştı,beni de yine buna benzer bir senaryoyla terk etmişti.Onlarıda hala unutmamıştım.Siktir git lan diye bağardım.Gözleri yırtılana kadar açıldı birden.Herkes dönüp bize baktı.Ne bakıyorsunuz lan diyecek gibi oldum.Çonn diye bir tokat attı,o hızlada çıkıp gitti,bunların tamamı 7 saniye sürdü.Serkan geldi yanıma kolumdan tutup barın karşısına otutturdu beni.Ne dedin lan kıza.Siktir et,viski versene.Tepeleme doldurmuştu öküz o kadar acıydı ki viski yandaki çiftin üstüne kusmamak için zor tuttum kendimi.Tam o sırada beklediğim şey oldu Ayşegül mesaj atmıstı,büyük harflerle orospu çocuğu yazmıştı.Böyle kadınlar sizi terketmeden siz onları terkederseniz orospu çocuğu,onlarla kalırsanız sadece bir alternatif olursunuz.

Sabah uyanıp sağlam bir sigara sardık Sekanla.Gece niye ortalığın anasını o kadar siktin.Ayşegül mevzusu mu.O ne ki taksiye kustun adam attı bizi.Hassiktir! Binaya girdiğimizde İsmet amca uyandı sesten adama I love you so much dedin,kapıyı suratımıza kapattı.Bir nefes daha aldıktan sonra.Gidelim mi artık saat 12 olmuş 1’de otobüsün var dedi Serkan.Gara vardığımızda bir ara gözlerim doldu.Otobüsün önünde sigara içerken,babanneme ne anlatıcam diye düşündüm.Koltuğuma oturup camdan baktığımda yandaki otobüste Ayşegül'ü gördüm.Serkan olmasa perdeyi çekerdim ama beni fark etmesin diye hiç o tarafa bakmadım.Otobüs şehirden çıkmadan muavin geldi yanıma.Ne alırsınız beyefendi.Su var mı ?

keyfe keder



Hissiyat bir, birbirine dikilen şiirler 


Kalesinin altın anahtarlarını denize atmış 
insaniyet arayan emekli bir kral gibi yürüyordum
aklıma geldi, aklıma gelebileceğin

-durdum-

mermiyi ağzına vermek
namlunun
rakı bi bana yarıyor
anlıyor musun

bu dizeyi söylemek istemedim
içimde karışık haller içindeyim 
oralet kavanozuna uzanmak için çıktığı sandalye sallanınca 
korkuyu anlayan bir çocuk gibi
anlatamam hislerimi 

beden zayıflayınca ruh güçlenir diyor
bektaşi ve mayalı abiler
bu biranın dibi diyorum
çok korkma, düşersin çocuğum
aman adını ufak yaz ali 
yaz ki sığsın o koca isim
o uzun nakaratı şarkının
hani mutlu olmaktan bahsederken kaydı durduran kör harmonikacı 
hatırlıyor musun

dört nala gelip uzak asyadan
kasıklarına bir kısrak gibi uzanmak istiyorsam
bil ki bıkmışım insan etinin o iğrelti seslerinden
yusuf diyorum
ne mutlu ki kuyu da 
kuyu ne mutlu ki 
yusuf’un yüreği atmakta 

her şey az buçuk naylon işte şu dünyada
saatler, leğenler, otobüsler, sıralar, bankalar 
-yürümeye devam ettim-

anlatamıyorum kendimi
cezayir’de oturmak istiyorum bir kayalığın dibinde 
ellerim bağlı olsun istiyorum bir gün
ve hissetmek göğün örsünü göğüs kafesimde 
kaç ton baskıya dayanabilir insan bilmiyorum doktor
ama tüm insanlık omuzlarımda 
gökten yıldız çalmaya çalışıyoruz 
en üstte ki çocuğun elleri çok kısa
uzanamıyoruz 

anlamsızım, ah ulan anlamdan bozma 
uykusuzluğumun derin sırrında anladığım bir hakikat der ki
ellerim kollarıma dikili olsa da
ellerim çok uzakta, aslında 
ve orta asyanın bazı noktalarında 

çok ince bir bağlama sesinin grtlağı olsam 
kara kuru yanık ellerde ak bebekler büyür yavrum
sende büyüdün, eğer büyümek geçmişten nefret etmekse 

bir kemal sunal filminin melodisi oldum geçen hafta 
sanki güzel sevmiştim. ağaçtan bir çocuğun elinde kaçırılan
şeftali gibi işte. insana uzak kıyılar gibi. değil belki.
yürüdüm, omuzum da bir el yok. 
ince bir ses işittim. yere oturmalı insan bazen
-dedi-
kaldırıma. hatırla bu dünyayı. üzerine kurduğun taş avluyu
avluda ki ölü iranlı kadını
kanına boyanmış bülbüllerin güllere sarılışını 
bu dedi çocuk
bir alevi sazı mı?
kederin memleketi neresidir mirim, nah şuramızdan 
başka.
sanki her yıpranışın bir kökeni vardı
bugün utancım halkı katledilmiş bir Kızıldereli gibi ağladı tepenin üzerinde
içimde ki yılmışlık
varoluşçulara küfretmekten geliyor yakup
şu içimde ki bitkinlik
avuç içleri hariç gece karası bir zencinin
köle düşerken
gemiden annesine son bakışı 

afrikayım
afrikasın
ama bu değil ki malatya inkarımdır


delik deşik oldu şair
anlamadı başta askerler 
içinden fışkıran o hırçın suyu
ne bilsinler içinde ki nehri de vurduklarını

merdivenlerden iniyordum 
ama görecelilikte bir bulmacayım
indiğim kaçıyor benden
ben dünyanın bizi istemediği anları çok seviyorum 
istenilmediğim anları hep anlıyorum 
içimde ufak rüzgarlar esiyor
yedi milyarız 
yedi adet milyar
hepimizin hem fikir olduğu bir şey var
istenmemek, atmosferde ağlayan bir gök taşı kadar 
yer kaplar 
ceviz kabuğundan bozma ruhumuz da

-uyu artık ali-

ali kim ki
ali benim babam
ali benim oğlum
bir elmanın düşme ihtimali ali
atların evcilleşmeye karar verdiği o berbat çarşamba gecesidir
ali 
teslim olmaktır, teslim alanı hiç umursamadan 
hani şu idam mahkumlarının son isteğini soran bey baba
işte o değildir ali 

bugün cuma
yarın cumartesi. bu gayet doğru.
doğru olmak ne yorucu
günlerin sonu olmasa bile
düzenin kırılacağı ilk salı sonrası özgür günde 
isyan öneriyorum güzelim 
her gün sadece yürümemize engel olan her şeye 

***

sen dedim evlat 
baban ne iş yapıyor 
-tam zamanlı bir ölü
kadın bi başına oturuyordu
tabiki de sigara sarmayı biliyordu 
her yerinden kırılmış bir kaç insan
en ufak parçalarını bile aradım kara ormanın ardında ki dağlarda 
param parça olmuş bir bebek
sigarasını içiyor ihtiyar 
kabullenmek güzelim 
şu belimde on dört yıldır bir ağrı var 

şimdi ben ve mahalledeki çocuklar bir karar aldık 
bir daha suratlarımızı dağıtmayacağız 
benim ki hala kayıp
baksana 
ağzım yok
barbarlığım yok
her şeye evet der gibi bakan gözler ile 
zindanların önünden geçir beni
güzel şeyler söyleyebilmek istiyorum 
hüküm giymiş çocuklara 
istekleri ne olursa 

yolların bittiği yerde merdivenler başlıyor
iki yanım uçsuz bucaksız cellat ile dolu bir taşrada 
-ama bey abiler ben karanlıktan korkarım
diye ağlamak istiyorum 
ne yazıyordu Sezar’ın mezarında 
-nasıl olsa kimse bizi anlamayacak.
sahibinden az hasarlı boyası temiz imparatorluk 
uygun fiyatlara kendimi bile bırakıyorum
"bakma işte şöyle" dediğin an
başını çevirirken her şeyden bıkkın bir salkım söğüt ağacı gibi
özür dilerim. o an sana sarılıp
bin atom bombası gücünde yok olmak
güneşin önünü
görülecek bir şey kalmadı artık
diye kapatmak 
ah ulan. beni hiç istemiyorsun. 

sigara kırıldı
dedi ki atalay
"merak etme ben onun gönlünü alırım" 
bizim akan kanımızı ardımızdan etekleri ile silen kadınlarımız yok 
şu kırık gönlü
hangi marangoz peygamberler onaracak 



***

ceketim 

içimdeki labirentte kaybolmuş bir genç kız
uzatsam ellerimi, korkacaktır dünyadan 
korkar elimde kırıl kalmaktan 
oysa sadece gözlerimi örtmek istedim 

ah ceketim 

dünyanın en fakir topraklarına götür çingeneleri
sürgün olsun diye değil
kurtarmak için toprağı kederden 
dünyanın en fakir topraklarına dökülsün 
rakı

ceketim neredesin 

piyanonun siyah tuşlarından birini koydum bohçana
ve karşına çıkabilecek kuşlar için ekmek kırıntıları 
ihtiyacın olabilir 
sonsuz uzay ve gezegenler arasında 
yürümeye çıkıyorsun
at nebulasına dikkat et 
onun için bir şiir yazmıştım 
o ve bayan cica’nın yaşama dönme şansına 
onu da götür yanında 
namlularda yürüyeceksin
ve olmasın diye o güzel ayakların yanlış gerilmiş bir isa 
kaburgamdan yapacağım bir kayık 
hades’e akan güllü ırmaklarda süzülüp duracaksın 

ceketim, dur dinle beni. seni o parkta bırakmak istememiştim.

dökülmesi için ruhun bardağa 
dünya bir dizinin üstüne çöktü
döküldün gördüm
doldurdum seni
bardağa 
gördüm



devir almıyor motor, sanırım toprağın suratının bu çizgisi
aşılmaz olacak bize
şahidimdir üzerimde ki gök kubbe 
ben artık sizinle anı uzay zaman eğrisinde değilim 

aç dünya çocuklarına bölünmüş bir ekmek gibi parçalanırken
uzaya fırlatılan roketler 
ben de yürüyorum şu eski patikadan 

sanırım sıkıştım kaldım üç dakika içine 
her şey basa sarıyor
her şey
size söyleyebileceklerim ancak bu kadar eder
emekli albay ve kancık tüccarlar 
bu kadar 

benden
bu kadar. 

2 Temmuz 2014 Çarşamba

-Ruhi-



“daha önce musa’nın öldüğü yere hiç gitmedim”

Bir şehri ne zaman özler insan? Bir şehri ne zaman unutur? ne zaman alışır bir şehre?  Ne zaman nefret eder? Hangi şehrin hangi yerin de hangi insanın yanın da kaç kere tekrarladım bunları ve  ne zaman tekrarlasam korktum, her korktuğum da başka bir şehir de açtım gözümü, kavafis’in o dizeleriyle karşılaşmaktan, başka bir şehir bulamamaktan, yenilmekten, yenilmiş bir adam gibi görünmekten korktum.

ne zaman korksam başka bir şehre gittim. başka bir adam oldum.kimseye hikayemden bahsetmedim ilk ne için çıkmıştım o şehirden üniversite’mi? yaşım kaçtı 20. ya musa? musa nerdeydi? neresindeydi bunca hikayenin? en başında mı? Sahiden musa var mıydı? yok muydu? musa kimdi? musa yı unutabilir miydim? Görmeye cesaretim var mıydı? ölmüş müydü? ne zaman ölmüştü?

aynadan dönen suret gibiydi musa, ona baktıkça kendimi görürdüm.yedi yaşındaydım omzu omzuma değmişti. aynı okul da aynı sıradaydık. ben susardım, o konuşurdu. o düşünürdü, ben yapardım o varken ne bir eksik ne bir fazla. Peki ya şimdi? Şimdi burada bilmem kaçıncı şehir musa dan sonra… bilmem kaçıncı ay musa sız… şimdi tamda burada kim ne kadar eksik? musa  dost… musa kardeş… yar yanağından gayrı  ne varsa  paylaşmıştık musa’yla suçu, dayağı, tütünü, topu, yatağı, oyunu, her şeyi musa’yı  nerden anlatmaya  başlasam hikaye hep bir eksik…  musa koca çocuk…musa öyle kolay anlatılır mı? musa sığar mı ki kağıda?

18 de liseyi bitirdik 19 da aynı dershanenin aynı sırasındaydık yine, 20 de ben gittim üniversiteye, 21 in de o 6 ay sonra ölüm haberi geldi. cenazesine gitmedim korktum. haberden sonra 3 ay kendime gelemedim ölsün istemedim ben yaşadıkça yaşasın istedim eskisi gibi olsun istedim. her arada kaldığım da ona sordum. onun gibi düşündüm. sonra onun gibi düşünen beynimle tartıştım, tıpkı hayattaymış gibi. hiçbir kavga ya onunla sırt sırta verdiğim gibi girmedim, hayatıma giren hiç kimseye ondan bahsetmedim, onun la olan bütün hayatımı dondurdum o mahalleye bir daha uğramadım geçip gidemedim o sokaklarda onsuz aileme ailesine bütün geçmişime bir daha dokunmadım onu tekrar öldürürler diye tekrar öldüğünü duyarsam dayanamam diye korktum.

adım ruhi,  hikayemi anlatmayacağım –ki tek başına pekte matah sayılmaz ama insanlar musa’yı bilsin istedim. adımı dedem koymuş doğduğum da. ne anlama geldiğini ben bile unuttum.  şimdi burada bu adanın tam ortasın da musa yla aramız da sadece bir deniz varken  ruhi ne diye sorsanız arafta ki derim.

adım ruhi, bunun ne önemi var bilmiyorum. bugün tam 12 sene oldu. 12 sene ye onlarca hikaye sığdırdım ama bir tek musa’yı içime sığdıramadım. adım ruhi onca zamandır kimseye çarpmadan geçiyorum aranızdan, 12 senedir yemek tuzsuz, 12 senedir çay bayat ve 12 senedir bir serçe konmadı camıma.

adım ruhi, ve ben musa değilim.

musa’nın öldüğü gün en sevdiğim şehri en sevdiğim adama bıraktım insanlar adına gitmek dediler