Sayfalar

29 Temmuz 2010 Perşembe

Bir Atın Hikayesi-2

Efendiler!!! Shakespeare'e koyayım emi!!! Zamanında laf etmiş "Olmak yada olmamak,işte bütün mesele bu" diye.Hayır efendim o öyle değil işte.İşe hayvanlar alemini de katmak istersek,kazın ayağı öyle değil.O kalıplaşmış tabirin esası "Hergün mide bulantısıyla uyanmak yada uyanmamak,işte bütün mesele bu" olmalı.

Hergün yaptığım bir eylem olarak bugüne de uyanarak başladım.Telefona bakıyorum,hiç bişey yok.Ne cevapsız aramalar,ne de tüm günü uyuyarak geçirdiğime dair serzenişler içeren mesajlar.Yaklaşık iki aydır telefon suskun.Kısacası artık Melanuş yok.Olmamasını ben mi istedim? Tabi ki hayır.Niye isteyeyim lan!Bünyede bulunan inceden mallıga ragmen hala aptal olmadıgımı düsünüyorum,ama oladabilirim,emin değilim.Tek emin olduğum papatya bahçesinde olduğumu zannederken,kendimi bir anda doğal ortamda hacetini giderip,kıçını yanlışlıkla ısırgan otlarıyla silen biri gibi hissettiğimdi.

İlk olarak ortaokulda karşılaştıgım "x,y,z" üçlüsüne en çok saygı duyduğum günler bu aralar olsa gerek.Eldeki veriler;X=birilerinin daha az mutsuzlugu,Y=4 Ay,Z=Sevmek negzel lan!!!.En başından beri matematiğe gereken önemi verseydim,eşittir kısmının böylesine kelek bi sonuca varacağını daha önceden kestirebilirdim belki de.Denklemlerle aram hiç iyi olmamıştı zaten.Öss'de yapamadığım sorular iki bilemedin üç bilinmeyenli denklemlerdi.En çok sözel sorularında başarılı olmuştum ama sanırım gitgide köreldiğimden bu aralar hayatımın sözel kısmında da baya bi sıçmış bulunmaktayım.

Arada anlam veremediğim komikliklerden oluşan pascal üçgenleri olmadı değil ama onlarda sanırım sarhoş yada uyku sersemi bi kafanın ürünü olsalar gerek.

İki ayın sonunda kendimi toplama kampından çıkmış gibi hissediyorum.Aslında pek de benzemiyor durumlarımız o insanlarla.Sonuçta benim iki ay öncemde uyanık yada uykuda olduğum zamanların büyük bi çoğunluğu "hayat negzel lan" demekle geçmişti.Toplama kampı deneyimini yaşamış olan hiçkimsenin böyle bir fikire kapıldığını sadece ben değil,kendisine böyle bi soruyla gitmedim ama fırıncı adem abi bile düşünmüyodur muhtemelen.Ama zamanında kollarına vurulan damgalar ve benim kıçımda taşıdığım tekmenin izi fazlasıyla benzerlik göstermekteler.Ha bunun tek güzel yanı,artık o iki aylık kamptan "çıkmış" gibi hissettiğimdir.

En son kaldığım yerden beri kendi kendimin özeti kısaca budur.Geriye kalanları ise şöyle özetleyebiliriz;Planlanan işlerin olurunun tartışıldığı masa artık can sıkıntısından fazlasını içermemekte,Mehmet "Ekmaaamın peşine düşerim bende aaabim" deyip toplanıp,kafa dinleyerek çalışma denilen ütopik bir ortamın içine balıklama dalmış bulunmakta.Mahmut,kafası daha da karışmış bir vaziyette "Sıfır numara benim isyanımdı ulan" diyerek saçlarına kıymış bulunmakta.Ancak yolculukları berberin çöp kutusunda son bulan saçların gitmeleri kafa karışıklığına pek deva olmamış gibi durmakta.

Bunları kafada toparlamaya çalışırken gelen mesaj bugünün kandil olduğunu hatırlatmış oldu.O değil de bu yaz ne kandil yaptı be arkadaş piuuuuu!!!

Tam "Kandil geldi de bana mı geldi lan" diye bağırıp arkasına "NANANZINMI" diye böğürdükten sonra turuncu turuncu yanıp sönen alet yeni bir anlık iletim olduğunu gözümün içine içine sokmuş bulunmaktaydı. "Naber,kandilin mübarek olsun" diyen Afakan'dı.Ulan bi kandil bu kadar da insanın gözüne sokulmazki be arkadas.Her neyse,cevaben yazmıs oldugum iki satır üstüne,her an ekmek bıçağıyla tüm mahalleyi katledebilme ihtimalimi anlayan Afakan,anneannesinin kandil icin yaptıgı hamur islerinden bir torba yanına alarak,calmayan zil nedeniyle,yarım saat sonra beni kapıyı acmam icin arayacagını söyleyerek gitti.Gitmesiyle,muhtemelen biraz önceki böğürüşümle beni fark eden yolun karşısındaki derme çatma marangozda tahtayı vernikleyen elemanla gözgöze gelişimiz aynı ana denk geldi.Ona da içimden "de get lan" çektikten sonra kendimi bir takım sorulara cevap ararken buldum "Afakan gelmeden duşa girsem mi?Ya ben duştayken gelirse?Telefonu nasıl duyarım ki o zaman?Telefonu duymazsam çocuk napıcak bi saat kapıda?Ya söylediğinden geç gelirse?".Bu sorulara cevap ararken yaklaşık bir saat geçmiş ve Afakan hala ortalıktan yoktu.Tam nerde kaldı derken telefon çalınca kapıyı açmaya gittim ve açtığımda "Sen nası bi insansın lan?" sorusuyla karşı karşıya bırakıldım.Harbiden ben nasıl bi insandım lan!!! "Kapıyı yumrukluyorum bi saattir nasıl duymuyosun,ne içtin mınako" gibi laflar işittiğimi anımsıyorum.O an içimdeki hayatta kalma dürtüsüyle diğer herşeyi bir kenara bırakıp içinde anneannesinin yaptığı hamur işlerinin olduğu torbayla çıldıray bakışmalara girdim.Tabi ki aramızdaki ilişki benim ondan faydalanmamla son bulacaktı.Zaten hamur işininde daha fazla bişeyler beklediğinden şüpheliyim.Hamur işinin verdiği doygunluk,kaba etlerdeki tekmenin sızısı ve kendi kafasına göre gidip gelen internet bağlantısı eşliğinde güneş batmaya başlamıştı.Afakan'ın "Tam senlik" tavsiyesi üzerine açılan "Yalancı Yarim" adlı TSM eseri ile başlayan ve "Bak Yeşil Yeşil" ile devam eden akşama inceden inceden bitirme tezini yazarak giriş yapmış bulundum.İlk yazdığım cümle "Hele bi nefeslen bi dur yiğidim" dercesine ekranda belirmeye başladı;"Ana menünün son seçeneği Night Audit seçeneği olup gün içinde yapılan işlemlerin kontrolünü sağlar".Son günlerde kontrol ettiğim tek şeyin yastık kılıflarının kokup kokmadığı olduğunu hatırlayınca fark ettim ki,gayette ticari bir beklenti içerisinde geliştirilen bir bilgisayar yazılımından bile daha dümbelek bir yaşam sürüyorum şu aralar.

Sonra bir ses duydum bir ara "PIK...PIK...PIK...",Allah sizi inandırsın yada inandırmasın çok fark etmez ama o an yüreğimin ağzıma kadar gelip çince bişeyler söylemeye çalıştığına yemin edebilirim.Sesi takip ettim mutfaktan geliyormuş.Bir zamanlar "Hayat çogzel çicekler,böcükler" dedirtip,çoğu insanın "Vah vaaaah bu genç yaşta meczup olmuş çocukcağız" diye düşünmesine yol açan gülüşlere sebep olan "pık,pık,pık" sesleri artık mutfağın bozuk musluğundan kaynaklanmaktaymış.Contaları sıyıranın sadece ben olmadığını düşünüp ufaktan sevinirken,musluğun başını daha fazla çevirmeye kalkarsam musluğu patlatacağımı fark edince daha fazla ısrar etmekten vazgeçtim.Hem seste kesilmişti zaten,musluk artık damlatmıyordu.O an mutfakta bişeyleri daha fark ettim.Aslında yeşil bir tencere ve küf tutmuş makarnanın böyle bişeyi fark etmemi sağlayacağını tahmin edemezdim ama sanırım hayatın bana karşı kullandığı dil fazlaca argo kelime içermekte yada ben hala ergen serzenişlerinde de olabilirim(çoğyalnızım lan,layfizebiç lan).Ha farkına vardığım şey ise şuydu;Baki olan tek şey mide bulantısıdır.

21 Temmuz 2010 Çarşamba

isyanım var

36yı hatırladın mı? ispanya iç savaşını anlatmıyorum elbet.sana hiç dom perignon içmediğimi söylemiş miydim? bu o kadar ciddir bir mesele değil.sadece nerede yollarımızın ayrıldığından hiç bahsetmedim.sefaletin felsefesini kucağına bırakıp kaçmıştım.heleloy.hiçbir zaman doğru düzgün veda edemedim kimseye.ne günlerdi.ayak parmakların giydiğin ucu açık sandaletlerden taşmaktaydı.asfaltı yalayan pembe solucanlar gibi göründüklerini söylemiş miydim? kollektif işleyişe sahip halk oyunlarında ayrıksılaşmaktaydım ve boynum yoktu ve sen boğazlı kazaklara vurulmuştun ve o gariban sakallı mağrur gencin bakışlarına ve yırtık amerikan pabuçlarına.kendini inkar edip otoriteye inandın.seni suçlamıyorum. kaldırım taşlarının altında kumsalı aradığını fısıldardın kulağıma fakat o gün tuğlalar banka camlarına doğru yol alırken babanın krediyle aldığı fordun arka koltuğundaydın.demokrasi bir yanılsama artık. şüphem yok.zihnimdeki izlerin yavaş yavaş silinmekte. jakoben kırmızı devrim konuşmalarını şiir kitabı yapmak üzere harekete geçtim.fakat şehirde statüko için statükoya sövecek hiçbir statik matbaa yok.küfre ortak olmak istemiyorlar.halbuki çok satardı.tartışmalarımız dahi silinmekte.belki de o yüzden bunları yazıyorum.hep sormak istedim. oy pusulalarına ve reforma inanan vatanseverler insanların hangi dilde rüya gördüğünü sorgularken esperanto adamdan sayılır mı? birin bu kadar fazla sayıya bölünebildiğini benden duymak istemezdin.kimsenin ölmesinden yana değilim.sadece insan kendini yönetebilmeli.tecrübe ettiğin gibi stirner öldü ve şeker de yiyemedi .kelime köklerine hiç dikkat etmedin.sorun şu ki hiçbir ideolojik sapkınlıktan daha yeğ olduğumu iddia etmedim.bu çokça bireycilik ve birazda izolasyonla alakalı.senin bile anlayabildiğin gibi. aslında sadece bir şekilde bir tür kendim olmaya çalışıyorum.ve evet düzlüğün ortasındayız.ters böcekler duruyor.penguenler üşüyor.tospağalar dışlanıyor.kutup ayıları kola içiyor.ve evet. bunların hiçbiri romantik değil.

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Bir Atın Hikayesi-1

Uyanıyorum,saat 17:23.Yazın gelmesiyle,gece yatarken açık bırakılan pencereden içeriye -gelme safhasını çoktan geçtim-,uzun toplarla kanatlardan atak geliştiren Sevilla gibi odaya hücum eden,"Magirus" sesleriyle güne başladık yine.Telefona bakıyorum,7 cevapsız arama,2 yeni mesaj.Hepside Melanuş'dan gelmiş.Melanuş benim papatyam (yada sizin deyişlerinizle kız arkadaşım,sevgilim,manitam,hatunum v.s.).Ailesinin hiçbir alakası olmamasına rağmen neden Ermenice bir isme sahip olduğunun hikayesini ne ben sordum,ne de o anlattı şu zamana kadar.Zaten en başından beri çok konuşmazdık öyle.Alışılagelmişin dışında,vır vır konuşmaktan ziyade,belki de anlamsız bi şekilde,sessiz sedasız birbirimizi izlemeyi daha çok severdik hep.Konuşmayı çok sevmemekten mi yoksa yine üşengeçlikten midir bilemiyorum ama genelde “Mela” diye seslenirim zaten ona.
Cevapsız aramaların saatlerine bakıyorum,kızcağız dersteyken bile aramış merakından.Ya bu kız beni bi gün öldürücek kendini çok fazla sevdirmekten,ya da ben onu meraktan. Mesajlara bakıyorum sonra,su gibi hatun vallahi.Önce ılık ılık başlar sözlerine,sonra cevap gelmez merak etmeye başlarsa soğur,en sonunda buza keser ki çocuk gibi korksamda bu halinden,kendimi alamam yine de gülmekten.İnsan güler mi böyle bi durumda diye kendime de çok sordum aslına bakarsan ama ne yapayım be,sevdiğinin yüzü,sesi en olmadı sözü karşısında,insan nasıl gülmez,karşında ki surat da,ses de buz kesmişse bile.Neyse,anlar bigün heralde deyip yine gülümsedim."Uyandım papatya" diye mesaj atıyorum,belki yumuşar.Allahtan ne kadar sevdiğimin yüzde onluk kısmının farkında da hemen olmasa da bi süre sonra yumuşuyor sesi.Ah bi de geri kalan yüzde doksanlık kısmı fark edebilse.Neyse,onu da anlar bi gün heralde.
Önce sevgilinin sesiyle kafanın içini yıkadıktan sonra bu sefer dışını da yıkamaya,kalkıyorum yataktan.Saat yaklaşık olarak 18:15.
Eli yüzü yıkayıp,ilk sigarayı tuvalette içip,klozette otururken tüm gelecek planlarını bi kere daha gözden geçirdikten sonra odaya gelip açıyorum bilgisayarı.Mesajlar,notifikeyşınlar,mailler falanlar filanlar.Sonra tadı tuzu olmasada internetten gazeteleri okumaya başlıyorum.Bi iki köşe yazısından sonra,spor sayfaları derken telefon çalıyor.Bakıyorum,arayan Mahmut."Naber çiçeğim?" diye karşılıyor telefonda."İyidir Mahmut Bey Amca" diyorum sonra.Mahmut pek göstermese de yaşça büyüktür hepimizden.Yaşı az da olsa geçmiş ama içi geçmemişlerden o da."Gel bu taraflara,bişeyler yapalım" lafının üstüne "Tamam biraz ayılayım,geliyorum" deyip kapatıyorum telefonu.
Telefonu elime alıp,gitmeye üşendiğim simitçiden,iki tane simit sipariş ediyorum kahvaltı niyetine.Bu aralar biraz kemer sıkmak gerek,sevdiğinin yanına da gitmeye olsa otobüs biletine hala para istiyorlar.
Simitleri kuru kuru yedikten sonra,"en az kokan" üst başı giyip,Mahmut'un yanına doğru yol alıyorum.Dolmuşa binerken eğilip,bükülmeye üşendiğimden,küçük kırmızı dolmuşlar yerine,sabahları (daha doğrusu akşamları) çalar saatliği kendisine görev edinen koca Magiruslardan birine atlayıp,parayı uzatıyorum dolmuşçuya "Selamınaleyküm" eşliğinde.Burda dolmuşa inip binmek tören gibi birşey zaten.Aslında bi yandan güzel de,karşındakinin,seni ordan oraya götüren bi araç olduğundan ziyade insan olduğunu hatırlatan bi kaç ufak şehirden birisinde yaşamak.Bunları düşünürken,bi anda uyanıp "Müsait yerde abi" diyip kalkıyorum yerimden.İnerken "Kolay gelsin" demenin verdiği az da olsa bi “hala insanlık” duygusu yerleşiyor insanın içine.
Hergün oturup oyun oynadığımız,geleceğimizi kurup,sonra bozup baştan kurup,kendimizi akşamdan akşama kurtardığımız kafedeyim.Mahmut'la tanıştıktan sonra keşfettik burayı.Aslına bakarsan Mahmut keşfettirdi.Kasap dükkanlarındakine benzeyen boncuklu perdenin arasından geçip içeriye girince,kafenin sahibi Gündüz'le karşılaşıyorum.Çok fazla oturup konuşmuzluğumuz,zaman geçirmişliğimiz olmasada iyidi adamdır Gündüz.Kendi yaptığı çayın o gün kötü olduğunu söyleyip,üç beş eksik de olsa adam gibi kazanabilmenin peşinde bi adam.Memur bi babanın çocuğu,yıllar önce uzak bi memleketten buraya gelmişler,geliş o geliş.Gündüz'le selamlaştıktan sonra adımları teker teker atmaya başlıyorum terasa doğru.
Terasa çıkınca bizimkileri görüyorum,"Nerdesin boooolum" demiyor artık kimse,herkes farkında üşengeçliğimin.Mehmet bende önce gelmiş,Mahmut'la oturuyolar.Mehmet,hani derler ya “kral çocuk”tur.Cin gibidir aslında,hani cinlik yapmaya kalksa,en güzel o adam çarpar.Ama cin olmanın öncesinde,adamlığı seçmiş.Dinlemeyi ister mi istemez mi,düşünmeden içimdeki meseleleri anlatabildiğim nadir adamlardandır.Artık gözlükten midir,yoksa bilmediğim başka bişeyden mi,bilemem ama ne anlatsam,benim kendi içimde olupta göremediğim ne varsa hepsini döker önüme bir bir.En güzeli de çok acımaz söylerken,ne varsa aklında çıkar ağzından.Zevkli de çocuktur,keyfine düşkündür.Onun için en çok üzüldüğüm mesele,insanlığından bi parçayı istemese de almışlar zamanında.Artık o da bildiği yolda,kendi işinde.Almışlar dediysek de,öyle bi almayla bitecek kadar az değil içindeki şey.Aslında almamışlarda içindekini,sanki tasarrufllu kullanıyor gibi.Ancak hak edebilene,göstermeye karar vermiş sanırım,onu tanımadan öncelerde.
Mahmut,Mehmet,ben masadayız ama yine de kadro eksik.Hele bi hava iyice kararsın,o zaman damlamaya başlar herkes birer birer.Dün aynı masada kurulan işin,bugün olurunu bulmaya çalışıyorlar sanırım.Nası olur,kimle olur,ne yaparız,ne zaman yapmalı,nerde yapmalı soruları havada uçuşurken masaya gelen Gündüz’ün,hergün aynı ses tonuyla bizlere yönelttiği “Ne içersiniz beyler?” sorusu üzerine,çayları söyleyip sonra yine işin oluruna döndük...

9 Temmuz 2010 Cuma

sana laflar hazırladım

herşeyi sorgulamak üzere kafa yoran dört adem yaşadıkları beyin fırtınası sırasında zihinsel hasara uğrar ve olaylar gelişir.şimdilik anarşik eylemlerimize berberin afilli akvaryumunun karşısında ton balığı yiyerek devam ediyoruz.sanma ki böyle sürer.süpersonik hızlara erişen hadron çarpıştırıcısı gibi ilerliyoruz fakat olay atomaltı parçacıklarda gerçekleştiği için kendi kütlemizle uzay-zamanı bükmemiz vakit almakta.ondan yani.fakat anarşiden ziyade şu noktanın altını çizmemizde fayda var, eğer kral sensen monarşi aliyyül ala bir yönetim şeklidir.blogumuz çok popüler olursa kazandığımız milyor dolarlarla karayiplerden ada satın alıp -neden ada bilmiyorum, her tarafı karayla kaplı okuyucuları tenzih ederim- kendi bağımlılığımızı koyverip bağımsızlığımızı ilan edebiliriz, hutbe okutur para bastırırız, hatta seçme hakkı verip seçim yaptırmayız falan.ha? ne dersin? güzel olmaz mı? hem seninde hoşuna gidecek? velhasılkelam laf-ü güzafı bırakıp asıl  söyleyeceklerime geliyorum okuyucu,sen, yahtaktan yarısı koparılmış bir solucanın hissettiği heyecanla doğrulan ve güne küfrederek başlayan sen, sinsi gibi peşinden geleceğim ve seni delirteceğim.bütün bunların başlangıcı aslında beyin bulantısı,konuşacak çok şeyin olmasına rağmen anlatacak hiçbir şeyinin olmaması.kronik fikir kabızlığı.çığır açmak isterken kendini istemsizce gazoz kapağı açarken yakalamak ve türkçede kullanılan mastar ekinin bohem yazarlara sağladığı gizli katkıyı sorgulamak.nedir yani bu ciddiyetinin sebebi? süleyman hep başbakan,hep başbakan süleyman tavrın? bırak bu ayakları hacım, titre ve kendine gel ama gelirken sessiz ol komşular uyanmasın.

anılarımı paylaşıyorum no.1 : bugünden çok uzak zamanlarda fazla uzak olmayan bir coğrafyada bir bilge kişi ölmeden önce şöyle fısıldamıştı kulağıma "eşe i vaka um mutlak el kullün mumkin".bu da böyle bi anımdır.

vira

eger okuyan olursa sayın okuyucu burda ne işim var diye dusunuyor olabilirsin -ki haklısında kısmen
belkide tek ortak ozelligi sigara icmek olan bir kac adem oturdu sıkıldı dusundu sıkıldı hayat geldi bunaldi derken oturdu dusundu sigara icti dusundu film izledi dusundu yayın(matbuat) hayatına girmenin en kolay yolunun ustadin dedigi gibi artik dergi degil blog oldugunu kararlastirdi ve adimini atti bu blogu senin hizmetine sundu kişisel kinlerini kusmaya bildigini paylasmaya artistik denemelere girismeye ve dahi bir cok eyleme mekan olarak burayi secti vahsi kapitalizmin carklarindan siyrilmaya calisip yazinin masum kollarına kendilerini biraktilar her an kisisel denemelere girisip ruhlarınızı yagmalamak icin harekete gecilebilir kisa zamanda bir cigir acip bir seyler degistirecegimize inanmasakta kisa zamanda zevk alicagimiza inaniyoruz simdilik size dusen dikkatlice at eti tadında paylasimlari yerinizde beklemek (eger gelirse)ama bence gelir...

ve dedigi gibi "ne guluyorsun isimleri degistir iste senin hikayen"